İlk bölümü 20 Ekim 2024’te yayımlanan blues yazımıza Tarık Değirmenci kaleminden devam ediyoruz.
Tabii ki Amerikalılar Afrikalılara sıcak bakmadıkları gibi onların kültürüne onların müziği olan blues ‘a da sıcak bakmıyorlar. Keza zaten o dönemin Amerikalıları Afrika’dan gelen bu insanlara köle olarak davranıyor, bu insanlara insan gözüyle de bakmıyorlar Yani siyahi insanları bir varlık gibi görmüyorlar, sadece alınıp satılabilen bir mal yani çok acı bir tasvir olacak ama bir yük hayvanından pek farklı değiller onların gözünde. Böyle olunca da herhangi bir sıcak bakma gibi bir durum yok. 1900’lerin başında böyle 1800’lerde zaten öyleydi, yavaş yavaş sadece 1940’larda özellikle İkinci Dünya Savaşı‘ndan sonra beyazların da bu müziğe biraz gönlü kaymaya başlıyor.
1950’ler: Elvis ve Chuck Berry
Aslına bakarsanız Elvis Presley örneği önemli. Tabii ailesi çok fakir, gettolarda yaşamak durumunda. Haliyle fakir mahallelere yakın yerlerde yine siyahların mahallelerinee yakın yerlerde büyüyor. Çocukken bu “siyahların” müzik yaptığı kulüplere mekanlara aşina ve o kulüplere gitmekten keyif alıyor. Devamında ise ergenlik yıllarında eline gitarını alıp bu müziği icra etmek istiyor, çalıp söylüyor, zevk duyarak.
Yine 1950’lere gelindiği zaman siyahi şarkıcı / müzisyen figürlerin de popüler hale geldiğini görüyoruz. Örneğin Chuck Berry konserlerinde beyazlar da var, beyaz genç kızlar da. Onlar da bu müziğe ve sanatçılarına hayranlık duyuyor ve büyük bir keyifle dinliyorlar.
(Chuck Berry ve kendine has – duck walk- yürüyüşü)
Yalnız 60’lara gelindiği vakit Amerika’da blues müziği sönüyor, popüleritesini, sesini yitiriyor. Başka müzikler daha ağır basıyor; e tabii bu da zamanın ruhuyla alakalı bir şey, artık bizim bildiğimiz anlamlarda tarlalar yok, köleler yok başka bir şey var; şehir hayatı var, bu şehir hayatına daha uyum sağlayabilen Soul Müzik, ve tabii ki Jazz. Bluesdan farklı türler Kuzey Amerika’da daha popüler hale geliyor.
British Invasion
Neyse ki, bu duruma İngilizler yetişiyor. “İngiliz İstilası” dediğimiz bir dönem var (British Invasion). Bu dönemde İngiliz gençleri Blues sanatçılarıyla ve Blues müziğiyle tanışıyorlar. Blues plakları ediniyorlar, alıyorlar, dinliyorlar, onları taklit ediyorlar: gitar çalışları ve gitar riffleriyle onlara benzemeye çalışıyorlar. İşte 60’larla beraber işte Rolling Stones, Led Zeppelin ve nicesi blues müziğini Avrupa kıtasına taşıyor. Avrupa kıtasının bu müziğe olan heyecanı ve merakı tabii ki Amerikalıları da cezbediyor ve Amerika’da bir dönem popüler olan Muddy Waters, John Lee Hooker gibi isimler özellikle İngiltere’ye, Fransa ve Almanya’ya gidiyor ve burada konserler veriyorlar.
Bu haliyle Avrupa ile başlayan Blues müziğin yayılma macerası dünyaya da sirayet ediyor. Bence blues müziğinin bugüne ulaşmasında ve tanınmasındaki en büyük pay Amerikalılardan ziyade Avrupalıların ve özellikle İngilizlerin bu blues müziğine hayranlıkları ve bunu devam ettirmek istemeleri, bir sonraki seviyeye taşımaları açıkçası.
(Özünde bir blues grubu olan Led Zeppelin-1970lerin başı)
Blues müziğin bu şekilde yayılması, yani Amerika’da başlayıp Avrupa’da devam etmesi, çeşitlilğini de artırdı. Böylece Blues, ulaştığı şehirlerdeki kültürle ve müzikle harmanlanacak ve Blues türleri keskinleşecektir. Kabaca, etkisi kuvvetli ve bugün hala güçlü olan (bence tabii) birkaç türden bahsetmeden geçmeyelim: bunlardan bazıları Mississippi Delta Blues, Memphis Blues ve Texas Blues’dur. Burada özellikle 1930’lu yılları iyi anlamak gereklidir. Ayrıca yarı gerçek yarı mith Robert Johnson’dan mutlaka bahsedilmeli. Bu kişi aynı zamanda uğursuz yaş 27 efsanesinin çıkışı ve şeytan (devil) ile anlaşma hikayesinin başlangıcıdır.
Robert Johnson, Devil at The Crossroads (Dörtyol Ağzındaki Şeytan Efsanesi) ve 27 ‘ler Kulübünün Doğuşu
Robert Johnson, 8 Mayıs 1911’de Hazlehurst, Mississippi’de doğan önemli bir Amerikalı blues müzisyeniydi. Genellikle Delta blues stiliyle ilişkilendirilir ve 20. yüzyılın en önemli blues müzisyenlerinden biri olarak kabul edilir.
(Robert Johnson – 1936 yılından)
Robert Johnson hakkındaki en ünlü efsanelerden biri, olağanüstü müzik yeteneği karşılığında ruhunu bir dörtyol ağzındaki şeytana satmasıdır. Hikayeye göre Johnson, gitarını akort eden ve ona enstrümanında ustalık kazandıran şeytanla bir dörtyol ağzında tanışır. Bu efsane Johnson’ın gizemine katkıda bulunmuş ve mirasının önemli bir parçası olmuştur.
Robert Johnson, 16 Ağustos 1938’de 27 yaşında gizemli koşullar altında öldü. Kıskanç bir koca tarafından zehirlendiği yaygın olarak inanılmaktadır. Ölüm belgesinde ölüm nedeni belirtilmemiştir ve yıllar içinde çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Johnson’ın 27 yaşında zamansız ölümü, onu 27 yaşında ölen ünlü müzisyenlerden oluşan bir grup olan “27 Kulübü” nün en erken üyelerinden biri yaptı. 27 yaşında hayatını kaybeden bazı ünlü sanatçılar arasında Jimi Hendrix, Janis Joplin, Kurt Cobain, Jim Morrison ve Amy Winehouse sayılabilir. Onlar da ruhlarını olağanüstü yetenekleri karşılığında şeytana satmışlar mıdır, ne dersiniz?
(Gitarın sihirbazı Jimi Hendrix)
Muddy Waters, B.B.King Chicago Blues
Chicago türü ise 1940’ların sonlarına doğru ve 1950’lerin başlarında yukarıda bahsettiğim Delta Blues’u da çeşitlendirerek, onu genişletip, tek vokal & gitar konseptinden çıkartarak küçük grup (band) halini alarak gelişmiştir. Davul, bas gitar, piyano, üflemeli (armonika ve çoğu kez saksofon) enstrümanlar ile günümüz standart blues grupları oluşmuştur. Bu türün isimlerinden 1950’lilerin sonları ve 1960’ların başlarında B. B. King ve T-Bone Walker gibi isimler zikredilebilir. Tabii ki, Chicago Blues’un babası olarak Muddy Waters kabul edilir.
(Chicago Blues’un babası Muddy Waters)
1970’li yıllara gelindiğinde ise Blues, Soul & Funk müzik ile harmanlanmıştır. 1980’ler ise blues-rock diye bir kavram çıkarmıştır. Günümüzün blues müziğini ise inanın ben de anlamlandıramıyorum .
(Soul & Funk müziğin babası James Brown)
Türkiye’de Blues
Türkiye’de blues müziğinin başlangıcı veya hatta nasıl doğdu nasıl çıktığı hakkında çeşitli fikirler var. Fakat ben yine kendi şahsi görüşümü söyleyeceğim, tabii ki bu bir tarihçinin sözü değil, sadece Tarık Değirmenci’nin beyanatıdır.
70’li yıllarda Erkin Koray, Moğollar gibi sanatçı ve grupaların yaptıkları müzikte Blues etkisi ve blues riffleri elbette vardır ama bu isimleri ben Türkiye’deki bluesun başlangıcı olarak saymıyorum açıkçası. Bunu bu sanatçılara saygısızlık olarak algılamayalım lütfen. Bence Türkiye’de blues 90’ların başıyla, hadi en iyi şekilde 80’ler sonu itibariyle başladı. Gerçek anlamda bluesun, daha doğrusu dünya standartlarındaki bluesdan söz edilebilmesi 90’ların başıyla olmuştur.
İlk aklıma gelen oluşumlar İstanbul Blues Kumpanyası, Moe Joe (electric blues band) grubu ki grubunun çıkartmış olduğu albümler de var 90’lı yıllarda. Sarp Keskiner ve Salih Nazım Peker’in İstanbul Blues Kumpanyası’nın (IBC), Kökler (1996) ve Sair Zamanlar (1999) adlı iki tane albüme imza atmış. Moe Joe da 2000 yılında Chicago İstanbul Mainline albümüne imza atmıştır. Bence bunlar gerçek anlamda Türkiye’de blues müziğin başlangıcıdır.
(İstanbul Blues Kumpanyası, Kökler 1996)
Ve tabii ki Yavuz Çetin, ne güzeldir ki ülkemize nasip oldu. Yavuz, hem yaşadığı dönemde hem de ölümünden sonra blues müziği gerçekten Türk insanına sevdirmiş bir isim. Sevdirmekten öte, geliştirdiği kendine has çalım tekniği olan bir gitaristti Yavuz ve insanlar hala onun çalım şeklini taklit ediyor ve bu taklitle de haklı olarak övünüyorlar.
(31 yaşında trajik şekilde hayata veda eden Türk blues sanatçısı Yavuz Çetin)
Artık eskisi gibi değil: pek çok iyi sanatçı, yetenekli ve enstrümanına hakim pek çok genç var ülkemizde. Türkiye bu yönden çok şanslı bence ve herhangi bir Avrupa ülkesinden daha zengin açıkçası. Gerek yurtdışı konserlerimizde, gerekse yurtdışından gelenlerin dinledikleri İstanbul konserlerimizde gördüğüm kadarıyla, şehrimizde Avrupa’nın pek çok kentine oranla blues namına daha güzel ve kaliteli işler yapılıyor. Biz müzisyenlere de ülkemizde “iyi blues” yapmakla övünmek düşüyor.
(Metal Oda’nın notu: The Blues Foundation (Amerikan Blues Vakfı) tarafından 2024 Keeping The Blues Alive ödülüne layık görülen Blues Derneği de bunun kanıtı bizce)
©2024@metaloda
“Her hakkı saklıdır. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz. Başka yerde yayınlanamaz.”