Sleep Token, metal müziğin maskeli ve esrarengiz grubu, yeni albümleri Take Me Back To Eden ’ın tamamını dün 19 Mayıs 2023’te yayınladı. Albümden farklı tekliler değişik zamanlarda dijital platformlarda yerlerini almıştı. Tamamını sıcağı sıcağına Clubhouse Metal Oda’da metalsever dostlarla birlikte dinlediğimiz albüm bende suratıma atılmış tokat etkisi yarattı. Neden mi? Hemen anlatıyorum.
Maskeli Beşler / Gizli Yediler havasında yoluna devam eden ve anonim kalmakta ısrar eden İngiliz metal grubu Sleep Token, 2016 yılından bu yana müzik piyasasında. Radikal ve ilerici müzikleri çok “Amerikalı” hissi uyandırsa da sapına kadar İngiliz, Londralı bir grup Sleep Token. Nazgul ve Witch King of Angmar kıvamındaki görüntüleri, Slipknot ve Ghost gibi gizemli bir grup yapıyor onları. Yaptıkları müzik hakikaten bugünün ve yarının metali; ancak kostüm ve maskelerinin kattığı hava da bir tık daha bugünün görselliği ön plana çıkaran tüketim odaklı dünyasında, bu grubu rakiplerine kıyasla öne çıkarıyor bence. Ben giyim kuşamlarına bakmıyorum: müziklerine bakalım yakından.
Bu yıl biliyorsunuz, bugüne kadar beni en çok etkileyen işlerden biri Depeche Mode’un son albümü Memento Mori olmuştu: geçmişe göz kırpan ama bugün hala, bugünün ve yarının müziğini yapan Dave Gahan ve Martin Gore, beni bu kadar yıl sonra hayretler içinde bırakmıştı. Sleep Token hakkında yazmaya karar vermemin sebebi ise, metal müziği bugün çok başka bir noktaya evriltmiş olmaları: dünün thrash, NWOBHM falan filan müziklerini evet bugün hala keyifle dinliyoruz ancak müzik, sanat ve içinde yaşadığımız dünya çok başka bir yöne gitti artık. Dolayısıyla bilim ve teknolojinin geldiği noktada müziğin de yerinde sayması beklenemez asla. Müzik ve sanat hep bir önceki tür ve disiplinin üzerine koyarak, yeri geldiğinde bir önceki kalıbı yıkıp karşıt argümanlar oluşturarak ileri giden alanlar. Benzer şekilde ben bugün progresif metal alanında mesela Steven Wilson’un yaptığı işleri çok yenilikçi ve ilerici buluyorum; bu konuya da değineceğiz çünkü Sleep Token’ın yaptığı müzikte özellikle progresif tatlar bulmak da mümkün.
Maskeli Beşler’e gelirsek; albüm baştan sona yıkılıyor. Yer yer rap ve R&B dozu ibrenin mainstream tarafına fazlaca kaçmış diye düşünsem de, bir bütün olarak ilerici müziğe açık dinleyicinin kolaylıkla hazmedebileceği bir albüm olmuş bence Take Me Back To Eden. Daha da yakından bakarsak albüme, beni en çok yakalayan şey şu oldu: klişelerin ve janraların dışında bir perspektif ortaya koymuş Sleep Token. Tıpkı bir füzyon restoranında tadım yapar gibi değişik lezzetler bulabiliyorsunuz albümde: jazzdan R&B’ye, black metalden progresif metale daldan dala gezmiş grup. Ancak bu geziş ve böyle bir çorba başka ellerde belki çok kötü sonuçlar verebilirdi; ancak Sleep Token bu müziksel harmanı o kadar iyi kotarmış ki, hayret ediyorsunuz, heyecanlanıyorsunuz ve tekrar tekrar dinlemek istiyorsunuz. Aynı parça içinde hem soft bir ballad havasını hem de djent dokunuşlarını vermek, bunu alıcıya doğru şekilde takdim etmek, jazzden black metale farklı müzik türlerini tek bir parçada doğru şekilde buluşturmak ve bunu yaparken müzikal anlamda sırıtmamak ya da off kalmamak hakikaten her babayiğidin harcı değil.
Albümden “Aqua Regia” mesela, içinde pop caz tınıları da barındıran dehşet bir parça olmuş. Hemen arkasından gelen “Vore”, ulen biz hala aynı grubu mu dinliyoruz diye adamı çarpan bir parça olmuş albümden. Gerçekten de Take Me Back To Eden’i rastgele açmayı deneyin değişik parçalardan: bir dinleyeci R&B grubu, diğeri rapçi, öbürü black metal grubu, beriki progresif bunlar canım der, öyle değişik ve eşsiz bir sentez olmuş. Yumoş yumoş giden ağır tempolu soft hatta meleksi vokallere sahip bir ballad bir anda brutal vokaller ve müthiş heavy rifflerle bambaşka bir evrene ışınlıyor ve climax yaşatabiliyor bize. Hele “Ascensionism” var mesela, Disney parçası “Let It Go” havası ve tonlarında başlayıp death metalin dipsiz kuyusuna atıyor bizi, sonra tekrar suyun üzerine çıkarıp minik bir nefes aldırıp tekrar dipsiz kuyunun karanlık sularına batırıyor. Benim tek söyleyebileceğim grubun müziğinin hayret verici, ilerici, çok yenilikçi ve ufuk açıcı olduğu. “Are You Really Ok” kal getiren parçalardan biri oldu benim için ve albümdeki pek çok ballad gibi çok yoğun Hozier çağrışımları yaptı bende. Demin de bahsettiğim gibi, Sleep Token’ın güzel yakaladığı noktalardan biri mıyıl mıyıl giden bir parçayı kuvvetli bir riff veya bir dokunuşla bambaşka bir noktaya, parallel bir evrene götürüp, dinleyeni şaşırtması. Bir iki tane ayarı fazlaca rap’e kaçmış, çokça mainstream olmuş parça da var albümde bence, DYWTYLM gibi. Onları es geçsek de olur ama dediğim gibi albümü alın, random noktalarda dur kalk yapın, aynı grup demezsiniz: ama belki de Sleep Token’ın dinyeyiciye heyecan vermesi, kendini tekrara düşmemesi ve büyüsü tam olarak da burada.
Albümle aynı adı taşıyan “Take Me Back To Eden” da çok beğendiğim işlerden biri oldu; bana biraz da 2021’in en çok sevdiğim ve yine çok başarılı işlerinden İngiliz The Architects “For Those That Wish To Exist” albümünün soundunu çağrıştırdı. Albümün son parçası “Euclid” bana okul yıllarımı, bilim ve mühendisliği hatırlatırken, geometrinin babası Euclid’e gönderme yaptı, onu da not düşelim yeri gelmişken.
Sonuç olarak, gizemli grup Sleep Token’ın Take Me Back To Eden albümü, pek çok müzik türüne gönderme yapar, ustalıkla türlerin sentezinini oluşturur ve bende özellikle Hozier ve Avril Lavigne işlerinin bi tık daha heavy ama çok da heyecan verici tarafında bir his uyandırırken, bu görkemli albümün uzun seneler çığır açıcı, farklı, modern işlerden birisi olarak hafızalarda yer edeceğini ve bu yıl Metal Oda’nın en iyileri listesinde çok yukarılarda yerini alacağını düşünüyorum.
Müzikle kalın.
©2023@metaloda
“Her hakkı saklıdır. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz. Başka yerde yayınlanamaz.”