Birmingham’ı Anlamak

Birmingham. Sanayi Devriminin ilk ateşinin yandığı, Watt buhar makinasının icat edildiği (fizik, kimya, biyoloji gibi pek çok bilim dalının yeşerdiği), heavy metal müziğin yanı sıra pek çok başka janrada müziğin ortaya çıktığı Birleşik Krallığın sanayi ve müzik şehri. Garip ve çok somut bir bağ ile bağlı olduğum, sokaklarında gelmiş geçmiş en büyük masalcı Tolkien’in izlerini sürdüğüm, efsanevi Yüzüklerin Efendisi mitinin yaratıcısı dilbilimci ve edebiyatçı John Ronald Reuel Tolkien’in büyüdüğü, yarattığı mitolojiye esin kaynağı olmuş şehir.
Ekim ayında Birmingham’da Birmingham Music Archive kurucusu ve direktörü Jez Collins ile bir araya geldik. Sanayi haricinde şehri tanımlayan en önemli bileşenlerden biri olan müziği konuştuk.

Jez Collins Birmingham’ın göz ardı edilen, Liverpool ve Manchester şehirlerinin – haksız şekilde- gölgesinde kalan zengin ve son derece çeşitli müzik kültürünü yaşatıp öne çıkarmak için durmaksınızın çalışıyor. Şimdi öncelikle şehrin geçmişten bugüne bir foroğrafını çekerek bu yazıya başlayalım ve Jez Collins’in bana aktardıklarına, şehirdeki müzik odaklarına ve Birmingham’ın müzik mirasına birlikte göz atalım:

 

(Birmingham Music Archive kurucusu ve direktörü Jez Collins)

Sanayi Devrimi’nin Gözbebeği Birmingham

İngiltere bir adaysa, Birmingham şehri de bu adanın neredeyse tam göbeğinde West Midlands bölgesinde yer alır. Birleşik Krallık’ın bu en büyük ikinci şehri, Londra ya da Paris gibi ışıltılı bir metropol asla değil. Birmingham’ı anlamak kolay da değil. Yer yer donuk ya da kasvetli görüntüsünün altında yatanları keşfetmek, şehri anlayabilmek için öncelikle tarihine bakmak gerekiyor. Birmingham’dan dünyaya yayılan müzik türlerinden sadece biri olan heavy metalin de içinde yer aldığı uçsuz bucaksız müzikal kimliğini anlayabilmek için önce şehre damgasını vuran insanını ve sosyokültürel yapısını anlamak şart. Değişik yüzleri var Birmingham’ın, tıpkı İstanbul gibi. Bir milyonu biraz geçen nüfusuyla megakent İstanbulumuza göre minnak bir şehir olan Birmingham, tıpkı plaza ve gökdelenlerin arka sokağında gecekondu mahallelerinin yer aldığı metropolümüz gibi, çok kısa mesafelerde demografik ve sosyo-ekonomik dokusu bir anda değişebilen bir şehir. Tabii ki şehirde sanayinin ve işçi sınıfının ağır bastığı yerleşim bölgeleri özellikle dikkati çekiyor. West Midlands bölgesindeki eşsiz konumu diğer büyük şehirlere (Londra, Manchester, Oxford, Cambridge, Liverpool, vs. gibi) kolayca ulaşma bakımından avantajlı.

(Birleşik Krallık haritası ve Birmingham)

Şimdi beraber Birleşik Krallığın bu gözardı edilmiş ama aslında en önemli müzik merkezlerinden biri olan, gösterişi az ama kültürel açıdan çok zengin, nev-i şahsına münhasır, biraz da özellikle kenara itilmiş şehrine birlikte yakından bakalım.
İsmini Eski İngilizce ‘de Beormingahām (Beorma halkı-ya da klanı) dan alan Birmingham’da yerleşim M.Ö 8000 yılına kadar geri gidiyor. Bir ticaret ve yerleşim merkezi olarak gelişimi 1166 yılında Lord Peter de Bermingham’ın kalesinin çevresine bir pazar yeri kurma iznini almasıyla başlıyor. Bugün artık kalenin yerinde yeller estiği noktada Birmingham’ın en önemli cazibe merkezi Bull Ring var: çeşitli mağazaları ve mimarlık ödüllü binasıyla Selfridges department store ve hala sebze meyve satan tezgahlarıyla günün her saati kalabalık ve cıvıl cıvıl Bull Ring.

(Bull Ring – Birmingham)

Bull Ring’in ismini nereden aldığını daha önceki Birmingham yazılarımda yazmıştım, hatırlayalım: meydan adını mezbaha yolunu tutmadan önce eğlence için köpeklerle dövüştürülen (bull-baiting) zavallı boğalardan almış. 1500’lü yıllardan 19.yy başlarına kadar devam eden bu zalim eğlence için Old English Bulldog köpekleri özel olarak eğitilirmiş. Sabrın, doğurganlığın ve fedakarlığın sembolü, şehrin koruyucusu mekanik steampunk boğa heykeli, tren istasyonu New Street Station içinde yer alıyor. 2022 Commonwealth Games için tasarlanan ancak şehir sakinlerinin çöpe gitmesine kıyamadığı bu heykele halk oylamasıyla Ozzy adı verilmiş.

 

(Ozzy The Bull – New Street Station cr: @metaloda)

Metal sektörünün merkezi Birmingham
Yıllar yılları kovalarken, bir ticaret şehri olarak ününü giderek pekiştirir Birmingham. 1500’ler ve 1600’lerde döküm fırınları, gelişen demir-döküm sanayi, demir tüccarları ve nihai ürünlerini West Indies’e (Karayipler, Antiller vb) gibi uzak yerlere pazarlayabilen bir ticaret ağı kurarak metal sektörünün önde gelen merkezi olur.
Şehrin zenginleşmesi ve yükselen ekonomik refah, şehri çekim merkezi haline getirip nüfusunu arttırırken, sakinlerinin sosyal mobilitesini de arttırır. Şehirdeki kozmopolit ve seküler yaşam, değişik fikirlerin de serbestçe filizlenmesine ortam sağlarken, 18.yy da West Midlands Enlightment ya da Birmingham Enlightment’ın yolunu açacaktır ve şehir, edebiyat, müzik, sanat ve tiyatronun da merkezi haline gelecektir. Avrupa Aydınlanması’nın (Rousseau / Voltaire) yanında, İngiltere dışında pek fazla üzerinde düşünülmemiş olan West Midlands Aydınlanması, Endüstri Devrimi’nin de zeminini hazırlayacaktır.

(Endüstri Devrimi’nin öncüleri Matthew Boulton, James Watt ve William Murdoch heykeli- Birmingham. Heykeltraş: William Boyle)

Endüstri Patlamasının Sırrı
Birmingham’da ateşlenen endüstri patlamasının sırrı, yüksek ücretli ve uzman çalışanların adaptasyon ve yaratıcılığı kadar, kaliteli nihai ürünlerin üretim sürecinde farklı birimlerin farklı imalat süreçlerini eş zamanlı gerçekleştirebilmesinde yatıyordu. Bu küçük ama işinde uzman atölyelerin bir arada yaptığı iş, bugünkü modern fabrikaların çalışma temelini oluşturacaktır. Böylece Birmingham’da İngiltere’nin farklı bölgelerinde tek ürün işleyen (tekstil gibi) hantal yapılardan çok farklı ve dinamik bir imalat süreci ortaya çıkmıştır. Bu husus farklı farklı icatlara da kapı açmış ve Sanayi Devrimi sürecinde Birmingham, başka Birleşik Krallık şehirlerine göre üç kat fazla patent alımıyla rekor kırmıştır. Bilim ve teknolojideki yenilik ve icatların anında uygulama alanını da bulduğu şehirde, doğal olarak işleyen bir endüstriyel zincirleme reaksiyon ortamı bulunmaktaydı. Modern kimya sanayiinin de temellerinin atıldığı Birmingham’dan çıkacak en önemli icat Watt Buhar Makinası olacak (1776) ve imalat sürecini insan, hayvan ya da suyun limitli gücünden bağımsız kılacaktır. Watt Buhar Makinası’nın icadı, Endüstri Devrimi’nin dönüm noktasıdır.

(Watt Buhar Makinası’nın babası James Watt)

Birmingham 19.yy’da da icatlar ve ekonomik gelişmesiyle parlar: büyük şehirlere bağlanan demiryolu ağları ve şehrin kanal sisteminin inşaası, dünyanın ilk modern posta sisteminin geliştirmesi gibi heyecan verici yeniliklerle öne çıkar. 1500’lerden bu yana şehrin göbeğinde kuyum işinin geleneksel olarak yapıldığı Jewelry Quarter’da 1855 yılında ilk insan yapımı plastik üretilir. İlk nükleer silahın yapımı konulu el kitabı, radar ve mikro-dalga teknolojileri ile jet motorunun (Frank Whittle) beşiği de yine Birmingham’dır.

(Endüstri Devrimini başlatan Boulton-Watt Buhar Makinası)

İkinci Dünya Savaşı ve Şehrin Yeniden İnşası
Her çıkışın bir inişi var ne yazık ki, ancak Birmingham’ın düşüşe geçmesi de İkinci Dünya Savaşı ile başlayıp, 1970-1980 yıllarında hükümet eliyle bilinçli olarak hızlanacaktır, “Bu bizim Birmingham fazlaca zenginleşti, kaynaklarını ve zenginliğini krallığımızın daha az gelişmiş yerlerine aktaralım” şeklinde çok yanlış bir ekonomik strateji güden İngiliz hükumeti, Birmingham’daki gelişim, inovasyon ve endüstriyel atılımın doğal işleyen ve kendi kendini besleyen çarklarına hasar verecek ve geriye dönülmez şekilde kıracaktır.
İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyası Hava Kuvvetleri Luftwaffe, zenginlik ve sanayinin odağı olan Birmingham’ı hedef almış, tabir yerindeyse Birmingham ve çevresinde -kömür ocaklarının olduğu Black County dahil- taş üstüne taş bırakmamıştır. (Birmingham Blitz) 1940-1943 yılları arasında Londra ve Liverpool’ın ardından Almanların en çok bombaladığı şehir olmuştur Birmingham (yaklaşık 1852 ton bomba düşmüş!). Black Sabbath grubunun bas gitaristi 1949 doğumlu Geezer Butler, İkinci Dünya Savaşının hemen sonrasına denk gelen çocukluk anılarında, çocukluğunun geçtiği Aston semtindeki bombardımanla yıkılmış ancak onarılmayıp kaderine terkedilmiş binaların yıkıntılarının, mahalle arkadaşlarıyla oyun oynamayı en çok sevdiği yerler olduğunu ve patlamamış bombaların çocukluğunda hala evlerin bahçelerinde durduğunu anlatır. (Into The Void-Geezer Butler)

(Bombardımanda harabeye dönmüş Bull Ring)

Şimdi bir soluklanalım ve Birmingham’daki çeşitliliğin oluşum hikayesine geçmeden önce gerek heavy metal müziği, gerekse Birmingham’da filizlenen bambaşka müzik türlerinin gelişimini anlayabilmek için, öncelikle şehrin tarihine yakından bakmamız gerektiğinin altını tekrar çizelim.
İkinci Dünya Savaşı’nda yerle bir olan şehrin yeniden inşası için Commonwealth ülkelerinden, özellikle de Jamaika, Karayipler, Afrika ve Güney Asya’dan ucuz iş gücü İngiliz hükumetinin teşvikiyle şehre akın eder. 1948 yılında Windrush ilk nesil olarak anılacak Jamaikalı grup şehre gelir. Birmingham’ın beyaz ırktan (White Brummies) ve mavi yakalı işgücünün oturduğu fakir mahallelere yerleşen siyahi ve Asyalı gruplar, bu mahallelerin İrlandalı ve İngiliz sakinleriyle sancılı bir ortak yaşantıya adım atacak, okyanustaki adalarından kendi kültür ve müziklerini de birlikte getiren halklar, beyazların halihazırdaki kültürüyle çarpışacak, Birmingham’da yepyeni bir demografik manzara oluşturarak yepyeni bir müzik üreteceklerdir.

(İlk Windrush kafilesi Birmingham’da-1948)

 

“Burada önemli olan Birmingham’daki yaşantıda, iş yerinde, okulda, sokakta farklı kökenlere sahip insanların kültür ve müzik bakımından ne kadar yakın etkileşimde bulunduğunun ve adeta iç içe yaşadığının anlaşılmasının gerekliliğidir.”-Jez Collins

Birmingham ve Detroit üzerine
Otomotiv Şehirleri
Rock müzik ikonlarından Alice Cooper, bir müzik ödülleri töreninde kendi şehri Detroit ve Birmingham’ın birbirine çok benzediğini söylemişti. Bense her iki şehri de görmüş biri olarak, defalarca ziyaret ettiğim Birmingham’a farklı gözle bakmamı sağlayan bu son seyahatime kadar (belki de Detroit’i hiç sevemediğim için) kendisine teessüf etmiştim. Ancak Jez ile yaptığımız gezintide gördüklerim ve şehrin özellikle otomotiv endüstrisiyle öne çıkması fikrimi değiştirdi. Detroit şehrine damgasını vuran Ford, General Motors ve Crysler vb. ünlü otomobil markaları gibi Birmingham da otomotiv sektörü ve markaları ile meşhur. Ancak Detroit markaları ortalama halka hitap ederken, Birmingham lüks segmentte el yapımı Aston Martin (ki adını Black Sabbath’ımızın mahallesinden alır), Range Rover, Land Rover, Mini Cooper (1994 BMW öncesi) markalarıyla öne çıkar.

(2 Milyon USD fiyat etiketiyle özel yapım Deep Purple renginde Aston Martin Valour)

Her ikisi de müzik ve otomotiv şehirleri olan “Motor City” Detroit ve Birmingham’ın kıyaslanmasında Alice Cooper’ı bugün haklı buluyorum. Jez Collins’e bu karşılaştırmayı doğru bulup bulmadığını sorduğumda, şu cevabı aldım:
“Evet Güzin. Aslında bakarsan Detroit’in kurulması ve gelişiminde kölelikten kaçarak ABD’nin güneyinden şehre sanayide çalışmak üzere gelen siyahi insanlar çok önemli rol oynamış. (bkz. Great Migration 1916-1970). Birmingham’daki siyahlar ise daha çok Afrika ve Adalar’dan gelmiş ve gelirken de kendi kültür ve müziklerini de beraber getirmişlerdir: şehrin yerli-beyaz halkıyla birlikte yaşamaya başladıklarında ise tüm bu kültür ve müzik içiçe geçmiştir. Burada önemli olan Birmingham’daki yaşantıda, iş yerinde, okulda, sokakta farklı kökenlere sahip insanların kültür ve müzik bakımından ne kadar yakın etkileşimde bulunduğunun ve adeta iç içe yaşadığının anlaşılmasının gerekliliğidir. Benzer bir gözlem Detroit ve Chicago için de yapılabilir kanımca. Ancak Detroit, şehre turist ve yatırım çekme konusunda biz İngilizlerden daha başarılı, çünkü ABD Birleşik Krallık’tan çok daha genç, yaklaşık 200 yıllık bir ülke ve popüler kültür, müzik (pop) ve sinema sektörünün gücünü çok iyi kavramış bir ülke: Disneyland örneğinde olduğu gibi mesela. Senin ve benim gibi Avrupalılar ise sırtımızda binlerce yılın mirasını, kraliyet ve imparatorlukların yükünü taşıyoruz ve popüler müzik ve popüler kültür bizler için görece yeni bir konu.”

Şehrin çeşitliliğine övgü : On Record 2022 albümü
Birmingham Music Archive’ ın 2022’de yayınladığı On Record albümü, şehirdeki müzik kültürünün bir kutlaması olarak, raggae, jazz, ska gibi şehri karakterize edip yansıtan, değişik etnik grup ve cinsiyetlerden farklı sanatçılara yer veren bir albüm. Birmingham’dan çıkan en ünlü müzik gruplarından UB40 ’nin Champion adlı (Commonwealth Games official anthem) parçasıyla yer aldığı albümde neden metal müzik yok sorusunu Jez Collins’e sordum:
“Evet bu güzel bir soru oldu. Albümün Birmingham şehrini ve şehirdeki farklı toplulukları yansıtmasını istedik. Kadın-erkek, etnik köken, siyah-beyaz, hatta kimisi engelli sanatçı dengesini koruyarak tıpkı bir yapboz gibi şekillenen bir derleme albüm ortaya çıkardık. Dinleyicinin şehirdeki çeşitliliğin tadına bakmasını istedik. Evet heavy metale yer veremedik, aslında yer veremediğimiz başka janralar da var, pop gibi. Esasen albümün müzikal anlamda akıcı ve sürekli olmasını ve şehirdeki kültür mozaiğini hissettirmesini istedik. Dolayısıyla da metal müzik de dahil başka janralar gerek konsepte, gerek akışa uymadıklarından ve bir de albümdeki yer kısıtlaması açısından dışarda kaldılar. Bu albüm Birmingham şehrine sonik bir aşk mektubu oldu.”

(On Record 2022 albümü, şehre sonik bir aşk mektubu adeta) 

Heavy Metal aradım Reggae buldum!
Ben, her ne kadar metalci kimliğim üzerinden şehirdeki en büyük müzik olayı ya da grubu Black Sabbath ve dolayısıyla da heavy metaldir şeklinde bencilce düşünme eğiliminde olsam da (Duran Duran ve new romanticleri de unutmadan!), Birmingham’daki en önemli müziğin reggae olması beni hayretler içinde bıraktı. Jamaika’nın bu en büyük kültürel ihraç ürünü olan reggae müzik, ska ve rocksteady türlerinin uzantısı ve Jamaika’nın calypso ve mento gibi müziklerinin bir harmanıdır. Reggae, tür dışı pek çok rock grubunu da etkilemiş, The Beatles ve The Police gibi gruplar reggae tarzında parçalar da yazmışlardır.

(Jamaika’nın en önemli kültürel ihraç ürünü Reggae müziği)

2018 yılında Unesco, Jamaika’nın reggae müziğini Dünya Kültür Mirası listesine almıştır. Birmingham’ı belirleyen bir başka müzik de Bhangra olup, Pencap / Hindistan kökenli oynak bir müziktir. Bu yazının ilerleyen bölümlerinde rock ve metal konusuna bol bol gireceğiz ancak Birmingham’ı çok iyi yansıtması bakımından önce UB40 grubunun geçmişine yakından bakalım:

1978 yılında Birmingham’da İngiliz gitarist Ali (Alistair Ian) Campbell tarafından temelleri atılan Grammy ödüllü grup UB40, üyelerinin değişik etnik kökenleriyle tam olarak şehirdeki çeşitliliği yansıtır.

Birmingham’ın Müziği Reggae ve UB40
1978 yılında Birmingham’da İngiliz gitarist Ali (Alistair Ian) Campbell tarafından temelleri atılan Grammy ödüllü grup UB40, üyelerinin değişik etnik kökenleriyle tam olarak şehirdeki çeşitliliği yansıtır. UB40’nin original lineup ında İngiliz, İskoçya, İrlanda, Galler, Jamaika ve Yemen asıllı üyeler yer alır. Adını çok manidar olarak Unemployment Benefit Form no: 40 (İşsizlik Ödeneği Formu) olan UB40’yi Ali Campbell’dan dinleyelim:
“Ben Birmingham şehrinin güneyindeki Balsall Heath’te büyüdüm ve burası özellikle göçmenlerin yerleştiği yoksul bir bölgedir. İlk nesil Windrush çocukları hep mahalle arkadaşlarımdı, Jamaikalı ve Hintli arkadaşlarımla beraber büyüdüm ben. Sokaklarımız çok sevdiğim Hint müzikleri -Mohammad Rafi, Asha Bhosle- ve tabii ki reggae ile dolup taşardı”.

(Ali Campbell – UB40)

Tıpkı Rock’N’Roll müziğin Kralı Elvis’in parasızlık sebebiyle oturmaya mecbur kaldıkları dar gelirli siyah mahallelerinde büyürken, siyahların müzikleri blues ve gospellerden etkilenmesi gibi, Ali’nin de çocukluğu ve gençliği de içinde büyüdüğü reggae müziği ile şekillenmiş. Bir dönem ünlü Jewelry Quarter’da mıhlamacılık da yapan folk revival şarkıcısı ve müzisyen babası Ian Campbell ise bu yazının farklı bir yerinde yine karşımıza çıkacak.
Benzer bir manzarayı Black Sabbath grubunun üyelerinin çocukluk ve gençliklerini geçirdiği Aston semtinde de görürüz. Geezer Butler, İkinci Dünya Savaşı sonrasında mahallelerine taşınan Hintli aileden çok etkilenir mesela: yemeklerinden kültürlerine ve müziklerine, bu aileden ve kültürlerine sinmiş mistisizmden nasıl etkilendiğini otobiyografisinde not düşmüştür. Tabii birbirine hiç benzemeyen bu kültürlerin ve etnik grupların çarpışması toz pembe olmayacak, bu karışık etnik yapıya sahip ve fakir semtlerde şiddet ve suç bugün bile eksik olmayacaktır.

GELECEK BÖLÜM: ASTON, BLACK SABBATH’IN DOĞDUĞU MAHALLE

Güzin Paksoylu

©2024@metaloda
“Her hakkı saklıdır. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz. Başka yerde yayınlanamaz.”