Müziğin Diplomatı: Ahmet Ertegün

Bir stüdyoda dumanlı bir gece… Ray Charles mikrofona eğiliyor. Arkasında Atlantic logolu bantlar, önünde bir adam: Ahmet Ertegün. Gömleği ütülü, bakışı net. Sözleri az, kulakları açık. Cazı duyar, ruhu anlar. Plak sektörü? Onun için sadece bir iş değil; bir diplomasi biçimi.

 Bazı insanlar vardır; sahnede, gözümüzün önünde olmasalar bile spotlar üzerlerinden ayrılmaz.  Ahmet Ertegün tam da böyle biridir. Kayıt butonun ardındaki ses, notalar üzerine giydirilmiş bir vizyondur.

Bugün dinlediklerimiz de, Ahmet’in bize sunduklarıdır.

Peki, Atlantic Records’u kurup, müzik tarihine adını altın harflerle yazdırmış grupları bizimle tanıştıran, adeta müzikte bir devrim yaratan Ahmet Ertegün kimdir?

(Ahmet Ertegün ofisinde)

Diplomasi Sarayından Caz Kulüplerine:

Kendisi,1923 yılında İstanbul’da, Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte doğdu. Doğumu bile sembolik olan Ahmet’in müziğe olan tutkusu çocukluğunda fark edildi. Ama her şey, ailesiyle birlikte ABD’ye taşındıklarında netlik kazandı. Babası Münir Ertegün, Türkiye’nin Washington Büyükelçisi’ydi. Onun görevi diplomasi, oğlununki ise müziğin evrensel dilinde gizliydi.

Ahmet hiçbir zaman ‘’sisteme uyacak’’  bir çocuk olmadı. Müziğe inandı, özellikle de siyah müzik dediğimiz o derin, kan ter ve ruh kokan seslere. Dönemin Amerika’sında, siyah sanatçılara beyaz kapılar kapalıydı. Ahmet o kapıları tekmeleyerek bugün severek dinlediğimiz pek çok sese umut oldu. Amerika’ya yerleşmelerinden 10 sene sonra babasının vefat etmesi üzerine ailesi Türkiye’ye döndü ancak Ahmet ve ağabeyi Nasuhi Amerika’da kalmaya devam ettiler.  Washington’daki büyükelçilik konutunun alt katı, resmi resepsiyonlardan çok, caz gecelerine tanıklık etti. Duke Ellington, Lester Young ve benzeri siyah müzisyenler, Ertegün’lerin salonunda çaldılar. Amerika hâlâ ırk ayrımcılığına gömülüyken, büyükelçilikte caz partileri düzenlemek sadece bir müzik tutkusu değil, aynı zamanda bir politik bir duruştu.

Ahmet, henüz 14 yaşındayken 5.000 plaklık bir koleksiyona sahipti. Plakçılar onu “O Türk çocuk” olarak tanıyor, müzisyenlerse onun müzik bilgisine hayran kalıyordu.

Atlantic’in Kuruluşu: “Bize Ne Satacağından Çok, Ne Hissediyorsun?”

1947’de, müzik endüstrisinin neredeyse tamamen beyazların elinde olduğu bir dönemde Ertegün kardeşler bir aile dostlarından almış oldukları borç ile, diş hekimliği eğitimi almış Herb Abramson’la birlikte Atlantic Records’u kurdu. Bu sadece bir iş hamlesi değil, sesin ve ruhun yeniden konumlandırılmasıydı. Slogan basit: “İyi müzik yap, geri kalanı biz hallederiz.”

İlk ofis, New York’ta küçük bir daireydi. Ekipman kiralık, personel kısıtlıydı. Ama müzik? Müzik sınırsızdı. Ahmet’in kulağı, “ticari başarı”nın ötesinde bir şey duyardı: potansiyel, kırılganlık ve özgünlük.

1947’de Atlantic Records albümlerini çıkarmaya başlar. İlk olarak stüdyolarında Harlemaies’in “The Rose of the Rio Grande” albümü kaydedilir. 1949 yılının Nisan ayında çıkarılan Stick Mcghee’in “Drinkin’ Wine Spo-Dee-O-Dee” albümü, 1 milyondan fazla satışı ile Atlantic’in ilk hiti olur.

Atlantic bu dönemlerinde Ruth Brown, Big Joe Turner, LaVern Baker gibi R&B sanatçılarıyla çalıştı. Ardından gelen isim ise onu ölümsüzleştirecek adımdı: Ray Charles.

Ahmet, stüdyoya ilk girdiğinde Ray Charles’la tokalaştı ve ona şöyle dedi:

“Sen ne olmak istiyorsan, onu ol. Ben sadece kayıt tuşuna basacağım.”

Ray Charles yıllar sonra söyleyecekti:

“Ahmet bana ne yapacağımı söylemedi. Sadece beni dinledi. Bu benim için yeni bir özgürlüktü.”

Ahmet, müziği bir üretim hattı değil, yaratım süreci olarak görüyordu.

(Ray Charles ve Ahmet Ertegün)

Soul’un Katedrali: Aretha, Otis, Wilson…

1960’lara gelindiğinde, Atlantic artık sadece bir plak şirketi değil, bir kültür yapısıydı. Aretha Franklin, Columbia’da parlamamış bir yıldızdı. Ama Ahmet onu duydu ve duyurmak istedi.

Aretha Franklin: “Ertegün bana sadece plak yapmadı. Kim olduğumu bulmamı sağladı.”

 (Aretha Franklin ile -1968)

Aynı dönemde, Otis Redding, John Coltrane ve Wilson Pickett gibi isimlerle çalıştı. Onun için şarkının bitmesi değil, hissin kaybolması önemliydi. Atlantic, Motown’un düzenli orkestra disiplini yerine, müzikal özgürlüğü temsil etti.

Otis Redding’in “Try A Little Tenderness” kaydında stüdyoda ayakta duran, başını ritme göre sallayan adam Ahmet’ti. O, prodüktörlükten fazlasıydı: bir müzik mühendisi.

Yine bu dönemlerde, Ahmet Ertegün bir barda “Gözleri kapalı, dinleyebileceğiniz en tatlı soloyu atıyor.’’ şeklinde anlatacağı Eric Clapton ile tanıştı. Vakit kaybetmeden anlaşma imzalayarak efsanevi Cream grubunun kurulmasına ön ayak oldu.

Rock’a Giden Yol:

Ahmet’in en büyük meziyetlerinden biri, geleceği koklayabilmesiydi. 1960’ların sonunda, İngiltere’de rock müziğin patlamaya başladığı dönem Londra’ya gider ve hem müzik tarihinin hem de Atlantic Records’un kariyerini köklü bir değişime uğratacak bir grup ile döndü: Led Zeppelin.

Jimmy Page yıllar sonra şöyle anlatır:

“Diğer yapımcılar bize kaç albüm satarsınız diye sordu. Ahmet, ‘Beni çarpacak bir sesiniz var mı?’  dedi.”

 

(Jımmy Page ve Ahmet Ertegün)

Atlantic, Led Zeppelin’in ilk albümünü yayımladı. Bu bir dönüm noktasıydı. Şirket artık R&B ve soul’un yanı sıra, progresif rock ve blues-rock’ın da kalesiydi. Ardından Rolling Stones, Yes, Crosby, Stills, Nash & Young, Genesis gibi dev isimler geldi.

Hatta London Records’la anlaşması biten Rolling Stones’un, gruplarını iflas etmekten kurtaran Atlantic Records’la görüşmeye geldikleri sırada Ahmet Ertegün’ün yorgunluktan masada uyuyakaldığına dair bir hikaye de vardır.

Özetle, bugün müzik tarihindeki en önemli grupları ele aldığımızda büyük bir çoğunluğunun arkasındaki isim Ahmet Ertegün’dür.

Çünkü Ahmet, stüdyoya girdiğinde sadece kulaklarıyla değil, kalbiyle de dinliyordu. Onun varlığı bir güven duygusuydu. Sanatçılar onunla konuşurken kendilerini pazarlamıyor, açıklıyorlardı.

(Robert Plant ve Ahmet Ertegün)

Rock and Roll Hall of Fame ve ödüller:

Ahmet Ertegün, müzik tarihine olan bir diğer katkıyı da şu an ana binasında Ahmet Ertegün Sergi Salonu’nun da yer aldığı Rock and Roll Hall of Fame müzesinin kurucu üyelerinden biri olarak vermiştir. 1983 yılında Ohio eyaletinin Cleveland şehrinde kurulan müze, başta rock müzik tarihinin saklanması amacıyla kurulmuştu. Aynı zamanda sanatçı olmamasına rağmen oy birliği ile 1987 yılında Rock and Roll Hall of Fame’girdi.

(Rock and Roll Hall of Fame – Cleveland / Ohio)

-Grammy Lifetime Achievement Award (Yaşam Boyu Başarı Ödülü) (2007):

Kariyeri boyunca müziğe olan katkılarından dolayı bu prestijli ödülle onurlandırıldı. Grammy Ödülleri’nin en saygın ödüllerinden biridir.

-American Music Awards – Merit Award

-Caz ve Müzik Endüstrisi Ödülleri

-Türkiye Cumhuriyeti Devleti Tarafından Onur Madalyaları: Kültürlerarası iletişim ve Türkiye’nin müzik dünyasındaki temsilcisi olarak çeşitli dönemlerde Türkiye’den de kültürel ödüller ve onur madalyaları aldı.

 

Katkıları müzik ile sınırlı kalmadı:

İlginçtir ki Ahmet Ertegün aynı zamanda 70’li yıllarda kurduğu New York Cosmos takımına Pele ve Franz Beckenbauer gibi efsane futbolcuların transferini sağlayarak futbolun Amerika’da dikkat çekmesini sağladı.

(Futbol efsanesi Pele)

Aynı zamanda 1999 Marmara depreminde hasar gören okulların yeniden yapılması için 4 milyon dolar topladı. Türk-Amerikan Vakfı’nın başkanı olarak Princeton ve Georgetown Üniversitelerinde Türk çalışmaları bölümlerini kurdu. Türkiye’nin tanıtma amacıyla gönüllü bir kültür elçisi olarak çalıştı ve Türkiye’de kültür-sanat programlarının teşviki için Henry Kissinger’dan Turgut Özal’a, William Ford’dan Rahmi Koç’a kadar onlarca kişiyle bağlantılar kurup çalışmalar yaptı.

Ölümü:

Ahmet Ertegün, 2006 yılında New York’ta bir Rolling Stones konseri sırasında, sahne arkasında dengesini kaybedip düştü. Kaldırıldığı hastanede birkaç ay boyunca komada kaldı. 14 Aralık 2006’da, müzik dünyası bir devini kaybetti.

Cenazesi İstanbul’a getirildi. Vasiyeti gereği babası Münir ve kardeşi Nasuhi’nin yanına, Üsküdar’daki aile mezarlığına defnedildi.

 

Bugün dinlediğimiz her nota, biraz Ahmet’tir.

Mick Jagger: “Ahmet olmasaydı biz belki Amerika’da sadece bir İngiliz çılgınlığı olarak kalırdık.”

Plaklar hâlâ dönüyor. Sesler hâlâ yankılanıyor. Bir stüdyoda, bir konser salonunda, belki de bir kulaklıkta, Ahmet’in dokunduğu notalar hâlâ yaşıyor.

Çünkü bazı insanlar sadece müzik yapmaz.

Müziğin kendisi olur.

Ahmet Ertegün’e topluma ve müziğe  olan katkılarından dolayı sonsuz teşekkürler.

 

(Ertegün ve Rolling Stones)

Kendisi ile ilgili daha fazlasını öğrenmek isterseniz:

“Atlantic Records: The House That Ahmet Built” (2007) – PBS’in American Masters serisinde yer alan bu belgesel, Ahmet’in Atlantic’i nasıl kurduğunu ve müziğe nasıl yön verdiğini anlatıyor.

“Leave the Door Open / Kapıyı Açık Bırak” (2021) – Ertegün kardeşlerin caz müziğine katkılarını ve Washington’daki ırkçılığa karşı duruşlarını işleyen, Ümran Safter imzalı belgesel.

 

©2025@metaloda
“Her hakkı saklıdır. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz. Başka yerde yayınlanamaz.”