Blues, Çalması Kolay Anlaması Zor.

Rock ve türevleri ile ilgilenen herkesin blues müziği ile ilgili bir fikri ve bilgisi az çok vardır mutlaka. Ben de naçizane icra ettiğim blues müziğine dair genel birkaç kelam etme arzusundayım. Açıkçası ansiklopedik bilgi vermekten de kaçınmak istiyorum.

“Blues” kelimesi sözlük anlamı -bu müzik biçiminde- manasından bağımsız bir simgeye dönüşmüş durumdadır. Tabii ki Afrika kültürüne özgü öğeler ilk zamanlarda kendine geniş yer bulmuştur. Lakin günümüz blues müziği bambaşka bir çehre kazanmıştır.
Blues müziğinin ne olduğunu, tarihsel sürecini de öğrenmek isteyen biri pekala Google’a da girip bunu ayrıntılı öğrenebilir okuyabilir ama benim için blues neyi ifade ediyor nasıl bir müzik türü derseniz;
Aşkı, özlemi, hasreti, hayatın zorluğunu ya da hayatın zorluğuyla baş edememeyi anlatan bir yöntem, bir biçim…

Bu konular diğer müzik türlerinde de var tabi, ama blues bu hisleri başka türlü sunuyor. Beni kendine çeken, kendime yakın görmemi sağlayan da bu saflığı ve daha içten oluşu. Bu benim hoşuma gidiyor açıkçası. Blues tabii ki hüznü barındırıyor içinde ve hayatımızdaki en önemli parça hüzün; bunu da en iyi şekilde en içten şekilde anlatanın blues olduğunu düşünüyorum.

Blues bugün itibariyle bir yaşam biçiminden ziyade tabii ki bir müzik formu. Yani bu duyguları belli bir müzik kalıbı içerisinde sunma işi. Armoni anlamında da bir formülü var ve bir formül üzerinden gidiyor.
Doğası gereği daha basit, yani bir klasik müzik parçasından nispeten daha basit. Bu basitliği de zaten birebir halktan ve yöreden geliyor oluşu sebebiyle. Bu insanlar bu müziği yaşadığı köylerde tarlalarda öğrenip icra eden insanlar. Blues‘un doğası gereği de performanslarda özgürlük, aşk, parasızlık gibi temalar işlenir.

Ezilenlerin Müziği Blues’un Kökleri.

Herkesin az çok bilebildiği şekliyle blues müziği Amerika kıtasının kendi bünyesinde oluşmuş, çıkmış bir müzik türü değil. Kuzey Amerika’ya yerleşen İngiliz kolonileri tarlalarda çalıştırmak üzere Afrika’dan yerel halkı zorla getiriyorlar, ve köleleştiriyorlar. Tabii insan başka bir memlekete gelince kendi dili ve kültürüyle geliyor ve diliyle kültürünü bir şekilde oraya yansıtıyor. Bir de bunların izole olduğunu yani bizim bildiğimiz anlamda herhangi bir dış dünya ile sosyal etkileşimde bulunmadığını hesaba katarsanız, bu kültür yani Afrika’da var olan bu kültür uzun yıllar Amerika’da “köleler” arasında devam ediyor. İlk yıllarda bunun etkisi çok çok fazla. Pamuk tarlalarında çalışırken bu müzik motivasyon ve dayanma gücü anlamında büyük önem arz ediyor. Bir ustanın bir cümlesiyle başlayıp ikinci cümlesini tarlada bulunan diğer çalışanların tamamladığı bir koroyu düşünün. Ya da bir kölenin haykırdığı bir mısra ile çekici salladıktan sonra diğerlerinin buna bir cevap olarak verdiği bir haykırışı düşünün. Ki bu işin alfabesi bu şekilde yazılıyor zaten: blues da ister vokal olsun isterse gitarda bir cümle yazmak olsun “soru – cevap” şeklinde ilerler. O dönemdeki retoriğin yansıması bugün de blues müzikte var. Blues müziğinin kodları bu şekilde belirlenmiştir. Bu tip ağıtta, bu söylencede, birinin bir haykırışı üzerine, alandaki, tarladaki ya da çalışma yerindeki diğer kişilerin buna topluca cevabı, topluca haykırışı şeklindeki bu düzen, bu kod hala var.

(Pamuk tarlalarında çalışan köle işçiler ağır çalışma koşullarına dayanabilmek için kendi türkülerini söylerlerdi).)

Ancak bir hususa çok katılmıyorum, o da şudur: blues müziğine sadece demin anlattığım şekliyle Afrika’dan Amerika’ya zorla getirilen bu işçilerin oluşturduğu müziktir demek doğru olmaz. Blues müziği sadece bundan ibaret değildir. Çünkü müzik de yaşayan ve şekillenen bir şeydir ve bizim şu anda dinlediğimiz blues müziği çok da o döneme ait müzik değildir aslında. Hatta ve hatta 1900’lerin başındaki blues diye adlandırılan müzikte mesela gitar pek yoktur; keman vardır, banjo vardır. Vokal de daha değişiktir ve vokal yapısı farklıdır; yani bizim kulağımıza çok aşina olmayan, bugünkü blues müziği dinleyicisine dahi garip gelecek bir yapı var o zaman. Tabii ki zamanla bu müzik de evrildi. Şu anki bluesun aslında gerçek temelinin o dönemden ziyade 1940’lar 50’ler ve hatta 60’lar olduğunu düşünüyorum. Çünkü şehirleşme ile beraber tarlalarda çalışanlar şehre göç etmeye başladılar. Ama şehre göçle beraber bu izole yaşam yani siyahilerin “zencilerin” izole yaşamları hala devam ettirildi, ettirilmek zorunda bırakıldı. Yine bu insanlar gettolarda yaşadı. İşte bu yoksun bırakma, bu insanları bir yere sosyal anlamda hapsetme işi bu müziği etkilemeye devam etti.

(Blues kralı B.B King -1950’ler)

Elektrikli Blues Müziği Şehirde.
Artık 40’lara 50’lere ve hatta 60’lara geldiğimiz vakit işte blues artık tarlada çapa yapanlardan bahsetmez, başka bir şeyden yakınır: şehirdeki zorluklardan, şehirdeki yalıtılmış hayattan ve şehirdeki geçim sıkıntısından bahsetmeye başlar ve müzikal anlamda da biraz da elektrik olur. Müzik başta gitar olmak üzere elektrik düzeneğine döner. Çünkü dediğim gibi 1900’lerin başında bir keman, gitar ya da banjo, tarlada, boş bir odada kendini çok rahat duyurabiliyordu ancak şehirde volümü açman gerekiyor ve mekanlarda daha yüksek sesli müziği çalmak, kendini duyurmak zorundasın. İşte o zaman gitarlara elektrik bağlantısı, amfiler, bunlar devreye giriyor. Bu müziğin Afrika kökenli oluşu tabii ki yadsınamaz ama sadece artık sadece Afrika kökenli oluşuna bağlanamayacağını düşünüyorum ben. Mesela Chicago Blues diye bir şey var. Chicago’ya göç ettikleri zamanda bu insanlar feraha feyzaya kavuşmadılar, uçmadılar. Aynı yaşam döngüsü, zorluğu aynı ezilmişlik orada da devam etti ve o dönemin müzikalitesinin şu an günümüzde yapılan bluesa daha fazla etkisi olduğunu düşünüyorum.

Blues derin bir konu,

Devam edecek…

©2024@metaloda
“Her hakkı saklıdır. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz. Başka yerde yayınlanamaz.”