endüstriyel metal

Endüstriyel metalin eşsiz grubu Rammstein “Zeit” (Zaman) albümünden aynı temalar etrafında dolanan “Zeit” ve “Zick Zack” parçalarının edebiyat ve felsefe alanlarında düşündürdüklerine bir bakalım:

AKAN ZAMAN, APOLLINAIRE, HAYYAM

Albümün bütününe damgasını vuran ve adını taşıyan zaman, ölüm ve insanın kırılganlığı temalarını, albümdeki bu iki parçada bol bol görüyoruz. Denizde, suda başlayan klip ve fondaki piyano eşliğinde yumuşacık bir  duaya benzeyen Zeit introsunda öne çıkan simgeler hayat ve ölüm: suda sürüklenen gemi halatı göbek kordonunu (umbilical cord) ve bedenlerin içinde yüzdüğü su da amniyotik sıvıyı temsil ediyor kanımca. Bu fetüs göndermelerini grubun “Mutter” parçasında da başka açılardan görmüştük: yapay ortamda annesiz büyümekte olan bir ceninle ilgilidir “Mutter” ve şarkıda tasvir edilen her tarafından kablolar, borular çıkan bebek bana nedense hep Matrix’in Neo’sunun gerçek doğum ya da kurtuluşa uyandığı o sahneyi hatırlatır: insan tarlalarında suni olarak yetiştirilen Neo, ilk nefesini alırken ciğerlerinden içinde yaşadığı sıvı boşalır, vücuduna bağlı borulardan bir bir kurtularak yeni bir hayata gözlerini açar.

“Zeit” videoklibindeki zaman vurgusu film karelerinin ileri ve geri oynatılmasıyla iyice öne çıkarılmış. Hayat döngüsü ve doğduğumuz andan itibaren ölüme mahkum olduğumuz gerçeği, zamanın kumlarının durmaksızın aktığı devasa bir kum saatinin öğüttüğü hayatlarımız ve gözleri bağlı şekilde doğum yapan kadınlar ile doğuma eşlik eden erkeklerin görüntüleri klibi daha da çarpıcı hale getirilmiş.

(Rammstein – Zeit)

Zaman, dur artık geçme,

Yaşarken ölüyoruz bir yandan,

Sona doğru koşar adım,

Yaratılanın anında yokolduğu bu düzen,

Zaman dur artık geçme,

O mükemmel an bile artık çok geride.

Rammstein’ın bu sözleri Ahmet Hamdi’nin dizelerinde yankılanıyor sanki:

Ne içindeyim zamanın

Ne de büsbütün dışında

Yekpare geniş bir anın,

Parçalanmaz akışında

Mavi, masmavi bir ışık

Ortasında yüzmekteyim. 

Videoklipte tekrar eden gözleri bağlı ve gözleri kapalı figürler, duvardaki ölüm maskeleri, hepsi içinde savrulduğumuz ama aslında tam olarak da anlayamadığımız yaşamı anlatmakta:

We see but we are blind,

We cast shadows without light.

       Görüyoruz ama kör bakıyoruz,

       Işıksız gölgeler saçıyoruz.

Platon’un ünlü Mağara Alegorisi’ni düşündüren, içinde yuvarlandığımız bu yaşam ve ölüm sarmalını sadece el yordamıyla algılayabiliyoruz: insanın etrafını anlamlandırmaktaki bu yolculuğunda bilim ve sanat en önemli yol göstericileridir elbette; yine de insan korkunç gerçekliği ve bütün gerçekliği tamamen algılamaktan acizdir.

Tanıdık Rammstein sounduna sahip ve ton ve yapı olarak bol bol “Ohne Dich” çağrıştıran “Zeit”, çağlar boyu pek çok şair ve ozan tarafından ele alınan hayat ve ölüm konularını işlerken çokça ölüm temalı Shakespeare sonelerini (ki Türkçemize en güzel aktarımları Talat Halman tarafından yapılmıştır) düşündürür. Shakespeare’e atfedilen “Time is a merciless enemy, Time is death: Zaman acımasız bir düşman, Zaman ölüm…” aforizması da bu temayı işler. Shakespeare’e göre zamana kafa tutmanın tek yolu bu dünyada iz bırakmaktır: bu da sadece türünü devam ettirmek ve yavru sahibi olup genlerinin devamını sağlayarak hayat döngüsünü sürekli kılmaktan geçer. Bu doğum ve zaman vurgusunu “Zeit” klibinde çok yoğun bir şekilde gözlemliyoruz.

endüstriyel metal

Fransız edebiyatında çığır açan şairlerden Guillome Apollinaire’in “Mirabeau Köprüsü” şiiri de geçen zamanı anlatır:

 “Gece gelir, saat çalar,

  Günler var ki kaldım naçar.”

şeklinde Necati Cumalı tarafından Türkçe’ye başarılı bir şekilde çevrilen dizelerin Fransızcası ise şöyledir: “Vienne la nuit, sonne lheure, les jours s’en vont je demeure. “- G. Apollinaire

Bir de Charles Beaudelaire’in ve Ömer Hayyam’ın hayat buysa günümüzü yaşayalım, içelim coşalım temalı yer yer hedonistik yansımalar da içeren dizeleri vardır tabii:  hayatla başa çıkabilmek, arkasını tam olarak göremediğimiz perdenin önünde, her gün her saat ölüme bir adım daha yaklaşarak akıp giden bu hayata dayanabilmek için sarhoş olmak şarttır:

“Sizi her an biraz daha toprağa doğru yaklaştıran zamanın ağırlığını hissetmemek için devamlı sarhoş olmak gerekir.” – Charles Baudelaire

Pour ne pas sentir l’horrible fardeau du temps qui brise vos épaules et  qui vous penche vers la terre, il faut s’enivrer sans trêve.

Şair, filozof, matematikçi ve astonom Ömer Hayyam’a bakalım bir de:

Her sabah yeni bir gün doğarken

Bir gün de eksilir ömürden

*

Geçmiş gitmiş gün üstüne ne söylesen boş

Bırak dünü hoş et gönlünü, bak bugün ne hoş.

*

Yarın yel savuracak toprağımızı

İçelim hoş geçsin üç nefeslik ömrümüz.

                             Sabahattin Eyüboğlu / Hayyam Dörtlükleri

 

ŞİP ŞAK, ZICK ZACK VE NIP TUCK

Gelelim ikinci parça Zick Zack’e. Bu eğlenceli klipte Rammstein üyeleri prostetik makyajlarıyla estetik operasyonları yerden yere vuruyorlar. Tabii ki konu albümün temasıyla bütünlük içinde çünkü estetik ameliyatlar vasıtasıyla insanlar, zamanı geri sarma, yitip giden güzelliği tekrar elde etme peşinde bitmez tükenmez ve nafile bir arayış içinde: Kutsal Kase’nin, Felsefe Taşı’nın, Gençlik Çeşmesi’nin izinde hayatlar heba olmuş, destanlar yazılmış. Tabii bunu yaparken insanların gençlik takıntısıyla kendi kendilerinin karikatürü olmaktan başka bir şey olamadıkları çok güzel vurgulanmış.

endüstriyel metal

Daha güzel, daha sıkı,

Memeler küçük mü, bas silikonu,

Burnunu düzelttir, yağlarını aldır,

Şişirt dudaklarını şişme bot gibi,

Beynine botoks yaptır.

Tik tak, tik tak yaşlanıyorsun,

Azar azar tükeniyor zamanın. (Zick Zack -Rammstein)

“Zick Zack” sözleri fonetik olarak da hem saat tiktaklarını hem de kesip biçmeyi çağrıştırıyor.

—-

2003-2010 yilları arasında Türkiye’de gece saat 00:00’dan sonra 18+ ibaresiyle CNBC-e’de sansürsüz yayınlanan Nip Tuck, iç bulandıran ve çok gerçek estetik ameliyat sahneleriyle ve dizinin açılış parçası ”A Perfect Lie” ile o yıllara damgasını vurmuştu. Estetik cerrahi merkezi McNamara/Troy ile ortakları Sean ve Chrisitian’ı mercek altına alan, evliliğinde ve cinsel hayatında mutsuz ve ezik Sean McNamara ile tam bir playboy olan, cinselliğini dibine kadar yaşayan Christian Troy’un uçlardaki garip hayatları ve estetik ameliyat çılgınlığını gözümüze sokan “Nip Tuck” izleyiciler üzerinde şok etkisi yapmıştı. Hele  dizinin Jacqueline Bisset’li bölümleri vardır ki bu bölümlerde artık kahramanlarımız ahlak yoksunluğunun dibine vurmuşlardır. Makas şıkırtılarıyla açılan “A Perfect Lie” parçasının sözlerine bir göz atalım:

endüstriyel metal

Make me beautiful

Make me beautiful

A perfect soul,

A perfect mind,

A perfect face,

A perfect lie…

         Beni güzel yap,

         Daha güzel yap beni.

         Mükemmel bir ruh,

         Mükemmel bir yüz,

         Mükemmel bir vücut,

         Mükemmel bir yalan.

Ana karakterlerimizin paylaşamadığı güzelim Kimber’ın beğenmediği yerlerini kalemiyle işaretleyip ona çirkin olduğunu düşündürten yozlaşmış cerrah Christian Troy için hayatta sadece para, seks ve hızlı yaşam vardır, ancak bazı nadir anlarda onun da kendi içindeki bunalımlarına ve yalnızlığına şahit oluruz. Bütün rahatsız edici sığlığının altında hayat üzerine düşünebilen biri olduğunu yer yer algılarız. (Christian Troy karakterini canlandıran Avusturalyalı aktör Julian McMahon’un 2 Temmuz 2025’te 57 yaşında hayatını kaybettiğini de not düşelim yeri gelmişken.)

Rammstein’ın klibinde botoks ve dolgularla yüzü yamru yumru olmuş, etleri yüzünden akmış Lindemann tiplemesi ve karikatürize edilmiş, plastip kıvamındaki grup elemanlarını görüyoruz. Sahi, her yerde rastladığımız aynı ördek dudaklı, aynı elmacık kemikli ve burunlu, kaşlarının kavisi neredeyse saç dibine kadar çıkmış ve kendisini bu şekilde güzel zanneden tek tip kadınlardan sizler de sıkılmadınız mı? Tabii sadece kadınlar değil erkekler de estetik cerrahi rüzgarına kapılanlardan: botokslu kaşları ve yüzüne yapışmış suni ifadesiyle insanın tüylerini diken diken eden medyatik türko-amerikan doktorumuzu da unutmadan…

endüstriyel metal

ESTETİK CERRAHİNİN FELSEFESİ: SCHOPENHAUER

Günümüz dijital çağında estetik cerrahi artık bir “kusuru düzeltme” meselesi değil. Artık mesele, bu radikal dönüşümü sergilemek. Yapılan işlemler gizlenmiyor—aksine sergileniyor, bunu görmek için sosyal medyada dönen ameliyat öncesi-sonrası videolarına bakmak yeterli. Silikonla dolgunlaştırılmış dudaklar, cerrahiyle şekillendirilmiş burunlar, mimari titizlikle keskinleştirilmiş çene hatları… Hepsi modern güzellik anlayışının alım gücüne yansımaları artık. Estetik cerrahi işlemler bugün artık bir statü sembolü.
Tıpkı özel tasarım çanta ya da lüks bir saat gibi, özenle değiştirilmiş bir yüz aslında şöyle diyor: “Bana iyi bak. Bu görüntüye ulaşmak için çok para harcadım.”

Ancak bu özenle inşa edilmiş imajın altında yatan çok daha kadim ve evrensel bir olgu insanın karanlık doyumsuzluğu ile ilgilidir. Bunu en iyi anlayan filozoflardan biri de Arthur Schopenhauer’dır.

İsteme’nin Zorbalığı
Schopenhauer’ın felsefesi, “İsteme” (Der Wille-The Will) adını verdiği merkezi bir kuvvet etrafında döner. Bu, bilinçsiz, dur durak bilmeyen, kör ve karanlık bir enerji, bir itici güçtür. Sadece insanlarda değil tüm doğada bulunur. Rasyonel değildir. Huzuru ya da gerçeği aramaz. Sadece daha fazlasını ister: bir arzu tatmin edilince de hemen arkasından bir diğeri belirir. İnsanların durumunda ise daha çok güzellik, daha çok kabul görme, daha çok statü, daha çok para hep İsteme’nin yansımalarıdır.
Schopenhauer penceresinden bakıldığında estetik cerrahi bir çözüm değil,  İsteme’nin sonsuz ve doyurulamaz açlığının bir belirtisidir. Bir estetik işlem yapılır, sonra bir diğeri, sonra bir tane daha. “Mükemmel yüz” asla gelmez, çünkü İsteme hep yeni bir hedef koyar.

Schopenhauer estetik güzelliğin gücüne inanıyordu, ancak onun için güzellik bir tüketim nesnesi değil, bir arınma, esrime anıydı. Bir tablo, bir müzik eseri, kısaca sanat, insanı İsteme’nin pençesinden bir anlığına kurtarabilirdi.
Bugünün “güzellik” anlayışı ise aksine, ticari, gösterişli ve insana zincir vurur nitelikte. Artık güzellik görmekle değil, güzel görünmekle ilgilidir ve bu da çok daha yorucu ve yıpratıcıdır.

(Arthur Schopenhauer – Pesimist Filozof)

Yaşlanmak ve Gerçekliğin Reddi
Schopenhauer için yaşlanmak, yanılsamaların çözülmeye başladığı andır. Beden değişir, arzular durulur, ve gerçek bilgelik artık görünür hâle gelir. Fakat modern toplumda yaşlanmak bir tehdit olarak görülmektedir: düzeltilmesi gereken bir hata ya da toplumsal bir ayıptır adeta.
Schopenhauer’a göre bu, hakikatin yani insan varoluşunun temel koşullarını kabullenmeyi reddetmektir. Estetik operasyonlarla gençlik maskesi takmak ise sadece acıyı uzatır, kimlikleri yüzeyselleştirir ve insanı kendi benliğinden uzaklaştırır. Bu nafile çabanın bedeli sadece paranın değil, anlamın da kaybıdır.

Modanın, Teknolojinin ve Estetik Cerrahinin Ortak Oyunu
Bu kudurmuş arzu döngüsü sadece estetik cerrahide değil; moda ve teknoloji dünyasında da aynı şekilde işliyor. Bahse konu sektörler İsteme’nin gücünü dibine kadar vahşi kapitalizm lehine sömürüyor. Bir sezonda trend olan çanta ya da ayakkabı, bir sonraki sezon “eskimiş” sayılıyor. Hızlı moda markaları bir yılda suni olarak birkaç koleksiyon yaratıyor. Cep telefonları ise her yıl yalnızca küçük değişikliklerle piyasaya sürülüyor; mevcut modeliniz hâlâ sorunsuz çalışsa bile, “geride kalma” korkusu sizi yenisine yönlendiriyor. Eski model telefon kullanan ezik sayılıyor.
Estetik cerrahi de bunun bedenlere yansıması aslında. Dudak şekilleri, kaş biçimleri, çene hatları tıpkı moda gibi değişiyor. Bugün “ideal” kabul edilen yüz, birkaç yıl sonra yerini yeni bir “ideal”e bırakıyor. Angelina Jolie dudakları, Jennifer Lopez poposu, yani aslında başkasına ait olan özellikler para ile satın alınabiliyor. Böylece, cerrahi müdahale ile yapılan bedensel değişim tıpkı giyilebilir bir lüks aksesuar gibi düşünülmeye başlanıyor; statü, güncellik, ve yarışa ait olma hissi satın alınıyor. Ünlüler de geçirdikleri estetik operasyonlarla, “estetik tüketimini” körüklüyor.

(Arzu objesi yeni cep telefonları)

Rammstein, “Zick Zack” ve İsteme’nin Ritmi
Rammstein’ın Zick Zack şarkısında tekrarlayan saat sesi, zamanı ölçmenin ötesinde, kaçınılmaz bir döngüyü simgeler. Tıpkı Schopenhauer’ın tarif ettiği gibi, zamanın her yeni tik-takı yeni bir karanlık arzu, yeni bir hedef, yeni bir tatminsizlik getirir.
Estetik, moda, teknoloji, hepsi bu saat sesine ayak uydurur. Bir işlem yapılır, bir ürün alınır, bir trend yakalanır ama tik-tak arka planda sinsi sinsi duyulmaya devam eder. İsteme, doyumsuz ve sabırsız, bir sonraki “olmazsa olmaz” değişimi çoktan fısıldamaya başlamıştır bile.
Schopenhauer’a göre özgürleşmenin yolu, bu amansız saatin sesini susturmak değil, onun bir aldatmaca olduğunu fark etmekten geçer. Rammstein’ın sert ritimleri ve estetikli bireyleri karikatürize eden videoklibiyle yankılanan bu farkındalık, modern hayatın aldatıcı maskelerini düşürür. Bu anlamda metal müzikteki isyanın da altını çizer: yani toplumun dayattığını kabul etmemeyi, sürünün dışında yer almayı, zincirlerimizi kırmayı, tüketimin kölesi olmamayı.

Schopenhauer’ın önerisi, daha güzel görünmek değil, İsteme’nin tuzağından kurtulmaktı. Rammstein grubunun gözümüze sokmak istediği gibi aldatmacanın, kurulan oyunun farkına varmak ve dışına çıkabilmek.

Etrafınıza şimdi yeniden bakın: sokaklarda, restoranda yanınızdaki masada, lüks arabaların direksiyonunda birbirinin aynı dudaklar, mükemmel burunlar ve gergin yüzlerde İsteme’yi ve onun karanlık yüzünü göreceksiniz.

 

(2025 model Mona Lisa)

 

Güzin Paksoylu

©2025@metaloda
“Her hakkı saklıdır. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz. Başka yerde yayınlanamaz.”