2024’te gerçekleşecek metal müzik konserlerinin en heyecanla beklenenlerinden biriydi Opeth İstanbul konseri. Daha önce yolu Türkiye’den defalarca geçen grup, özgün, sanatsal ve çok katmanlı müziği ile progresif death metal türünün kuşkusuz en büyüğü.
İsveçli Opeth’in belkemiği, tartışmasız olarak lead gitar, clean ve brutal vokaller ve beste yapımını atbaşı götüren Mikael Åkerfeldt.
Bugüne kadar olağanüstü albümlere imza attı Opeth: Morningrise (1996) Blackwater Park (2001), Damnation (2003), Ghost Reveries (2005), Sorceress (2016) benim favorilerim.
1970’LERE TUTKUN MÜZİK DEHALARI AKERFELDT VE WILSON
1970’lerin sounduna tutkun dahi müzisyenler Åkerfeldt ve Metal Oda’nın gözbebeği Steven Wilson, birlikte imza attıkları başyapıtlar Damnation ve Blackwater Park’da harikalar yaratmışlardı. Müzikal dinamiklerin zekice ve ustalıkla kullanıldığı, bazıları yirmi dakikayı bulan (Blackrose Immortal gibi), dinlendiğinde adeta bir klasik müzik senfonisi bölümü tadı veren, girift yapılar ve tempolarla örülü, yer yer repetitif minimal modern tınılar taşıyan, insanı hayret ve hayranlık içinde bırakan, çok sevdiğim klasik müziğe çok yakın bulduğum, muhteşem bir müzik Opeth’inki. Aslında kategorize etmek yanlış onların müziğini çünkü yaptıkları müzik tam olarak da “Opeth müziği”. Eşi benzeri olmayan bir müzik. Çok görsel, çok içe dönük, pesimist, romantik etkiler taşıyan derin lyricleri de cabası.
( Foto: Barbaros Pakar)
Opeth İstanbul’da 13 ve 14 Ağustos’ta iki sold out konser verdi Zorlu PSM’de. 13 Ağustos biletleri çok hızlı satılıp büyük talep olunca, 14 Ağustos konseri de açıklanmıştı. İlk gece Turkcell Sahnesi balkonlar dahil ağzına kadar doluydu. İstanbul seyircisinin karşısına iki gecede iki farklı setlist ile çıktı Opeth. İki geceyi de The Grand Conjuration ile açtı (Ghost Reveries 2005 albümünden). İlk geceyi muhteşem Blackrose Immortal encore ile (Morningrise 1996) kapattı.
GÖRSEL VE MÜZİKAL AHENK
Zorlu PSM sound ve tesis imkanları anlamında gerçekten muhteşem, hep yazıyorum, çok beğendiğim bir venue: ne ararsanız var. Turkcell sahnesi geriye doğru açılınca nefis ve çok büyük bir ayakta konser alanına dönüşüyor ayrıca. Opeth konseri, arka plandaki dev ekranlarda müzikle ahenk içinde akan doğa manzaralarıyla ve yer yer de albüm görselleriyle zenginleştirilmişti. İlk bir iki parçada lead gitar biraz boğuldu ancak sonradan toparlandı sound. Özellikle akustik gitarın her bir notası, salonun arka koltuklarına kadar şahane bir şekilde ulaşıyordu. Zaten Opeth konserini kapalı mekanda yapmak billur gibi bir ses için çok iyi bir karar olmuş bence.
Mikael Åkerfeldt (vokaller, lead gitar), Martin Mendez (bas gitar), Frederik Akesson (geri vokaller, gitar), Joakim Svalberg (keyboards, geri vokaller) ve Waltteri Vayrynen (davul) kadrosuyla sahne alan Opeth’i çok coşkulu ve konseri aylardır heyecanla bekleyen bir Türk seyircisi izledi. Seyirci, “ In My Time of Need” parçasında Akerfeldt’e eşlik de etti. Biz parça aralarında dura dura çalıyoruz kusura bakmayın diyen Åkerfeldt ve arkadaşları seyirciye beklediklerini verdi. Akaryakıt firması Opet tişörtlü ekip de esprili bir detay olarak gözümden kaçmadı.
(Åkerfeldt’in soğuk esprileri kimini güldürdü, kimini şaşırttı – Foto: Barbaros Pakar)
SAHNE IŞIĞI BEKLENENDEN UZAK
Ben Opeth’i yüksek sesle ve çok kaliteli bir müzik sisteminde her notasının keyfini çıkararak, tıpkı bir klasik müzik eserini dinler gibi, yavaş yavaş, kulağımda her bir pasajı, her değişik armoniyi damıtarak dinlemeyi seviyorum. Yeryüzünde en çok sevdiğin grupları say deseler Opeth ilk sıralarda yer alır. Zorlu PSM’deki çok iyi ses sistemine rağmen, dikkati tam olarak vererek dinlenmesi gereken karmaşık ve zor bir müzik yapan Opeth’in canlı gösterisi bende büyük bir heyecan yaratamadı. Özellikle Bruce Dickinson ve Dave Mustaine gibi, yaptıkları müziklerle şovmen taraflarını birleştirebilen sanatçılar, canlı performanslarında su gibi akıp giden sahnelere imza atarken Mikael Åkerfeldt, seyirci ile geçirgen ve samimi bir bağ kuramadı, sanki seyirci ile arasında sürekli camdan bir duvar vardı: sahneden fırlattığı penalara rağmen aşamadığı bu duvarla, yaptığı soğuk espriler ve heyecansız ses tonuyla donuk ve durağan bir canlı performansa imza attı. “Dave Mustaine gibi gitarımı yere fırlatmıştım. İbrahim Tatlıses -İbo- rüyamda beni aradı bıyık muhabbeti yaptık, bana şarkı söylemeyi öğretir misin, dedi” ve benzeri, seyircilerden büyük alkış alan ancak bana çok yapay gelen ve komik olamayan gereksiz uzun konuşmalar yaptı.
(Opeth İstanbul konserinden – Foto: Barbaros Pakar)
Merch standinde ise keşke geniş bir plak seçkisi ve tişörtten farklı eşyalar da olsaydı. Bu anlamda bugüne kadar gözlemlediğim en başarılı merch standlerinden biri The Ocean & Bipolar Architecture standi oldu mesela: birinci sınıf kalitede tekstil ürünlerinin yanı sıra, birbirinden güzel ve kapakları göz kamaştıran plak seçkisiyle de öne çıkan bir stand olmuştu.
STÜDYO SAHNEYE KARŞI
Opeth eşsiz bir müzik grubudur evet, şüphesiz. Ancak bazı sanatçılar sahne kimliklerinde müzisyen ve şovmen taraflarını birleştirerek sahnede devleşmeyi başarıyorlar; karizma ve sanatçıyı çevreleyen aura da etkili oluyor bu konuda. Manowar’dan Joey DeMaio, yine Zorlu PSM’de geçen yıl seyrettiğimiz Blind Guardian’dan Hansi Kürsch, Alice Cooper, müthiş İstanbul konseriyle akıllara kazınan Ian Anderson, tabii ki Bruce Dickinson ve Dave Mustaine bu karizma ve “stage presence”a adeta doğuştan sahip, sahneye çıktığı anda seyirciyi avucunun içine alan farklı sanatçılar. Müzikal anlamda bir deha olan ve yeteneğini ağırlıklı stüdyoda konuşturan Mikael Åkerfeldt’de şovmen ya da standupçı ışığı yok ne yazık ki: bu yüzden yukarıda bahsettiğim tipte monologlarla şovunu bölmese, konserin akıcılığını zedelemese çok daha iyi olur diye düşünüyorum. Tabii ki gruplar sahne alacak, turneye çıkacak, hayranlarıyla buluşacak ve müziğini tanıtacak. Arada seyirciye fazlaca uzatmadan birkaç sevimli söz söylemesi zaten seyirci tarafından arzu edilen, beklenen şeyler. Ancak ben, Opeth kadar çok sevdiğim bir grubu parça sırası, seçkisi ve akışkanlığı daha iyi kurulmuş bir setlist ile, parça aralarında dur kalk olmadan ve belki Mikael’ın kendince şirin bulduğu ancak bana itici ve suni gelen espri ve konuşmaların olmadığı daha dinamik bir Opeth konserinde izlemeyi tercih ederdim doğrusu.
YENİ ALBÜM THE LAST WILL AND TESTAMENT HEYECANI
Opeth’in tamamı 11 Ekim 2024 tarihinde yayınlanacak yeni albümü The Last Will and Testament’tan dehşetengiz ilk teklisini çok beğendiğimi de söylemeden yazıyı bitirmeyeyim. Konserde, “Yeni albümün ilk parçasını dinlediniz mi, çok güzel değil mi, şimdi çalamıyoruz çünkü daha çalışmadık!” diyen Åkerfeldt ve ekibinin 2019 “In Cauda Venenum” dan sonraki bu ilk stüdyo albümü, Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, tutucu ve zengin bir aile babasının itiraflarını içeren şok edici aile sırlarıyla dolu vasiyetini açıklaması üzerine kurgulanmış. Progresif metal dünyasının en özgün isimlerinden Opeth’in bu yeni albümünü merak ve heyecanla bekliyorum.
Müzikle kalın,
©2024@metaloda
“Her hakkı saklıdır. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz. Başka yerde yayınlanamaz.”