Kıymetli Metalseverler, kendi web sayfamdaki bu ilk müzik yazımda 27 Ağustos 2021’de çıkan progresif metal grubu Leprous ‘un yeni albümü Aphelion ’a yer vermek istedim. Ağustos sonu, Eylül başı Iron Maiden Senjutsu ve ortasındaki Metallica Blacklist patırtısında kaynayan bu güzel albümden birkaç parça dinlemiştim.
Beni biraz tanıyanlar plaklara ne kadar meraklı olduğumu bilirler: yıllar içerisinde değişik müzik türlerinden topladığım bir plak arşivim ve koleksiyonuma yeni kattığım 1956 Imperial marka müzik dolabım vardır. 1955 Grundig müzik dolabım da ailemden kalma ilk gözağrımdır : Abba’dan Boney M’e, Barış Manço’dan Wagner’e bana ne ninniler söylemiştir… Ayda en az bir kere gidip Rock & Metal vinyl seçkisine göz attığım müzik dükkanından bu sefer Leprous’un 7. Stüdyo albümü olan Aphelion’ununu seçtim. Bunda tabii biraz da 27 Kasım’da İstanbul’da kendilerini Bilateral ile dinleyecek olmamızın heyecanı var tabii. Ayrıca patlayan döviz kurundan sonra “plaklara acayip zam gelecek” uyarısının etkisini de söylemeden geçmeyeyim.
Aphelion albümünün içinden iki plak çıkıyor: ikinci plağın D yüzüne bonus parçalar koyulmuş. Bunlar “A prophecy to Trust” ve 2012 Bilateral albümünden “Acquired Taste”. Kapak dizaynı ve plaklar çok şık: tabii artık meraklısından başka plağa, müziği deckten dinlemeye meraklı kaç kişi kaldı, gruplar bundan ne kadarcık bir gelir elde ediyor, kaç plak satılabiliyor, bir ben mi alıyorum gibi sorular aklımda birbirini kovalarken, açılış parçası “Running Low”da üstün kontrtenor Einar Solberg’in ‘It’s a miracle’ diye yankılanan dünyadışı sesi bu düşüncelerimi bana unutturuyor.
Albümdeki favori parçalarıma geçmeden evvel, cover artına ve Aphelion kelimesine takıldım ben. Kapakta sislerin içindeki uçsuz bucaksız araziye inmiş piramit şeklindeki bir uzay gemisine benzeyen yapı ve ortasındaki bilinmeze açılan kapıdan geçen bir adam ve piramitin üzerinde güneş sistemini andıran stilize bir desen mevcut. Bu piramitin Norveç’in batısında dağların arasında bir bölgede gerçekten yeraldığını da ekleyeyim. Hani biraz bizim Bayburt Baksı Müzemiz gibi, açık araziye yeni iniş yapmış uzay aracı tadında. Daha önceki yazılarımda dikkatinizi çekmiştir: salgın süresince müzisyenlerin içlerinde biriktirdiklerini oluk oluk dışarıya akıttıklarından bahsetmiştim defalarca. Leprous da istisna değil. Piramitin içindeki adam bizlere dört duvar arasında dışarıya çıkamadan geçirdiğimiz karanlık, depresyon ve umutsuzluk dolu şu iki yılı hatırlatıyor olabilir mi sizce?
Birkaç dildeki yetkin kelime dağarcığıma güvenmeme rağmen, bütünü tanıdık gelmeyen Aphelion kelimesinin içindeki –helion kelimesinin Yunanca Helios yani Güneş anlamına geldiği, dolayısıyla Güneş’le ilgili olabileceği ilk düşündüğüm şey oldu. Türkçesi “günötesi veya afel” olan Aphelion sözcüğü, astronomide bir gezegen ya da kuyruklu yıldızın elliptik yörüngesinde Güneş’e en uzak olduğu noktayı gösterir. Burada, gezegenden Dünyamızı anlıyoruz. Tam zıttı olan Perihelion (günberi ya da perihel) ise gezegenin Güneş’e en yakın olduğu noktayı gösterir. Pek çok sembolik anlam taşıyor olabileceğini düşündüğüm “Aphelion” başlığı, bu astronomik bilgiyle beraber, yani Güneşe uzaklığı düşününce dünyanın içine girdiği ve salgın boyunca içinde savrulduğumuz sonsuz karanlığı, soğuğu ve çaresizliği çağrıştırıyor bende. Varoluşsal olarak da kendi içimizde ışığa en uzak düştüğümüz derin karanlığa bir gönderme olabilir: daha da kişiselleştirirsek Einar’ın bir dönem boğuştuğu depresyon olarak da anlayabiliriz . Yine de kapak dizaynında görüldüğü gibi, piramitin içindeki kapıdan ışığa yani umuda çıkış vardır (It’s a Miracle!).
Parçalarda depresyon, karanlık ve ışığa en uzak noktayı akla getiren, samimi itiraflar içeren satırlardan bazıları:
The beast is gone,
But I am trapped in his cage.
My mind is a prison. (The Silent Revelation)
…
Forgetting how to breathe
Haven’t left this chamber for three years.
Built my life beneath
Layers of dried up tears. (Out of Here)
Kopernik’in (1473-1543) Heliosantrik (Güneş merkezli) astronomik modeli
Bugün artık yörüngelerin çember şeklinde değil elliptik olduğunu biliyoruz.
Müziğe geri dönelim: albümden favori parçalarım:
-Running Low
-Silhouette
-The Silent Revelation
-All The Moments
-Nighttime Disguise.
Albümü fazla pop / elektronik / dans sounduna yakın bulmuş olanlarınız olabilir ama 80’lerin çocuğu olan bendeniz albümü genel olarak pek beğendim. Aphelion da yine müzik yapısı, tonu ve dikişsiz kumaştan mürekkep olması bakımından sevdiğim tarzda baştan sona lıkır lıkır akan albümlerden. Gösterişli ve karanlık tonlardaki açılış parçası “Running Low” senfonik dokunuşlarla zenginleştirilmiş, damakta klasik müzik tatları bırakmış. Burada albümde Leprousla beraber çalışan, uzun zamandır da özgün işleriyle radarımda olan Kanadalı karanlık çellist Raphael Weinroth-Browne’dan ve Running Low’da duyulan çello partisinden de bahsetmeden geçmeyeyim. Dinlemediyseniz eğer, Raphael’den, düzenlemesi kendine ait olan, Opeth’in güzelim Harvest’inin çello yorumunu, 2020 “From Within”i ve 2021’de çıkardığı single “Out of the Ether”i (ki parçanın içli Anadolu / oryantal ezgilerine dikkatinizi çekerim) dinlenecekler listenize alın derim. Tam bu noktada içine metalci kaçmış klasik müzik icracı ve bestecilerine kalpçikler göndermeyi kendime borç bilirim. Ayrıca etnik, özgün ve farklı müzikten hoşlanıyorsanız Raphael’in Kürt-İran-Kanada asıllı kemençe sanatçısı Şehriyar Cemşidi (Shahriyar Jamshidi) ile birlikte kurduğu “Kamancello” (kemençe ve çello) grubunun müziklerine de bir göz atın derim (biraz limonçello gibi olmuş ama olsun). Burada adı geçen kamanche (kemençe ya da kelime anlamıyla kemancık) aynı adı taşımakla ve esasen İran kökenli olmakla beraber bizim müziğimizde kullanılan kemençeden yapı ve ses olarak farklı bir enstrümandır notunu da düşüvereyim.
Aphelion’a geri dönersek albümü dinlerken, Einar’ın vokal tarzının, yine çok sevdiğim bir Nordik sanatçı olan Björk’le ne kadar parallel olduğu dikkatimi çekti. Özellikle “Silhouette” ve “The Silent Revelation”da Einar’ın Björkvari çığlıkları bu izlenimi katlıyor. Bi tık daha ileri gidip tempo ve synth kullanım tarzı bakımından yer yer Duran Duran tadı buldum bile diyebilirim. Parçaları öngörülemeyen melodi ve ritmlerle, eklektik, çok katmanlı, zengin ve sağlam yapı elemanlarıyla inşa edilmiş Aphelion albümü, kapanış parçası “Nighttime Disguise” ile progresifin hakkını verip, Einar’ın death growluyla noktayı koyuyor.
Gerçekten özgün sounduyla progressive metal dünyasında kendine has bir yeri ve dinleyeni olan Norveçli grup, takipçilerinin bildiği üzere 27 Kasım’da İstanbul’da sahnede olacak. Bilateral albümünün 10.yıldönümü şenlikleri özel konseri çerçevesinde izleyeceğiz Leprous’u… Ben biletimi aldım, geri saymaya başladım. Biontech aşısının azizliğine uğrayıp kaçırdığıma çok üzüldüğüm Murder King konseri gibi bir aksilik olmazsa mutlu mesut Leprous dinleyeceğim. Bilateral albümünden bonus olarak Aphelion’a eklenen Acquired Taste’i de çalacaklardır tabii: o noktada ruhumu teslim ederim belki, bakacağız.
©2021@metaloda
“Her hakkı saklıdır. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz. Başka yerde yayınlanamaz.”
Trackbacks & Pingbacks
[…] dedi. Aynı şekilde uzun uzun burada metaloda.com’da ayrı bir makalede yazdığım gibi (https://metaloda.com/2021/11/14/leprous-aphelion/)Leprous “Aphelion” albümüyle Dünyamızın girdiği karanlık döneme işaret etti. Bütün […]
Comments are closed.