Müzik ticarileştikçe, sanat eseri yerine kar amacıyla üretilen bir metaya dönüştükçe şarkılar da git gide daha dinlenemez hale geliyor. Vasatın altında ve tekrar eden melodiler ve fikirler ortalıkta cirit atıyor. Özgünlük ve yaratıcılık yerine taklit ve referans şarkılar ön plana çıkıyor. Bununla birlikte ses dinamikleri de yok oluyor. Dinamik bir ses akışının yerini tek düze bir gürültü alıyor. Peki bu ne anlama geliyor?
Uzun zamandır üzerine yazmak istediğim ama mix ve mastering mühendisi olmadığım için yazmaya da çekindiğim bir konudan bahsedeceğim. Eğer bu yazıda teknik bir hata yaparsam lütfen uzmanı olan arkadaşlar düzeltsin. Mümkün mertebe teknik yazmamaya çalışacağım.
DİNAMİK ARALIK NEDİR?
Evet… Gelelim dinamikler meselesine… Bir şarkıda en sessiz nokta ile ses seviyesi en yüksek nokta arasındaki farka dinamik aralık diyoruz. Bir salonda orkestradan klasik müzik eseri dinlediğinizi düşünün. Çok hafif bir solo keman çalmaya başlasın. Bu kemanı örneğin 75 desibel olarak duyuyorsunuz. Sonra keman agresifleşsin ve 85 desibel duymaya başlayın ve nihayet orkestranın geri kalanı da dahil olsun ve duyduğunuz sesin şiddeti 100 desibeli yakalasın. Burada kabaca 25 desibellik bir dinamik aralık oluştu. Oldukça yüksek bir dinamik aralık diyebiliriz.
(Cr: Metal Oda)
Bu müziğin kaydedildiğini ve kayıt alınmış halini dinlediğinizi düşünelim. Kayıt önce mikse sonra da masteringe gidiyor. Bu kez kaydı dinliyorsunuz ve ilk kemanı artık 75 yerine 105 desibel orkestrayı da 110 desibel olarak duyuyorsunuz. Yani canlı dinlerken 25 desibel olan dinamik aralık, işlemlerden sonra 5 desibele düşüyor. Yani genel olarak eserin ses seviyesi yükseldi ancak en yüksek ile en düşük ses arasındaki fark da oldukça azaldı. Yani eserin dinamik aralığı büyük oranda kayboldu. Peki bunu neden yaşadık?
LOUDNESS WARS
Müzik endüstrisinde bir süre önce “loudness wars” yani “gürültü savaşları” diyebileceğimiz bir süreç başladı. Daha yüksek ses seviyesine sahip şarkının daha iyi duyulacağı ve tutma şansının daha çok olacağı kabul edildi. Bu fikirde kısmen haklılık payı da vardı. Yüksek ses insanlara daha çekici geliyordu.
(Dinamik aralığın yıllar içinde kayboluşu)
Bu nedenle şarkılar mastering dediğimiz aşamada clipper ve limiter denilen aletlerle daha gürültülü hale getirilmeye başlandı. Bu aletler kabaca sesin cızırtı yapmadan yükseltilmesini sağlıyor. Fakat bunu yaparken dinamik aralığı azaltıyor. Sese şarkının türüne göre makul miktarda limiter uygulamakta bir sakınca yok. Lakin gürültü savaşlarında adeta işin cılkı çıktı. Yukarıdaki grafikte görüldüğü üzere gibi sesin formu 1979’dan günümüze yaklaştıkça “sosis” olarak tabir edilen bir hale bürünüyor. Yani şarkı boyunca hiç değişmeyen eşit bir ses şiddeti duyuyorsunuz. Hatta sesi bozma pahasına limitere abanıldığı kayıtlar bile dinliyoruz. Metallica’nın Death Magnetic albümü bu açıdan tartışma konusu olmuştu. Albümün mastering yapılmadan Guitar Hero’ya verilmesi sonucunda Guitar Hero’da daha iyi duyulması çok konuşuldu.
Bu yazıyı yazmadan önce Orçun Ayata’nın “Gürültü Savaşları” adında yeni çektiği videoyu izledim. Bu bilgiyi de oradan damıttım. Konu hakkında daha fazlası için bu güzel videoyu inceleyebilirsiniz.
Sonuç olarak dinamiklerini yitiren bir gürültüye dönüşen şarkılar sıkıcı bir hal alıyor. Artık endüstri standartları maalesef müziğe zarar veriyor. Ne özgün bir fikir ne de düzgün bir sound üretiliyor. Çok iyi kayıtlar elbette var. Eserini özenle üreten ve ticari amaç uğruna bozmadan yayınlayan sanatçılar da var. Biz de onları dinlemeye devam edeceğiz…
©2025@metaloda
“Her hakkı saklıdır. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz. Başka yerde yayınlanamaz.”