Nereden başlasam.. Hah.. 2008 “Judas Priest” konseri Kuruçeşme Arena. Hayatımda katıldığım ilk Judas konseri. Aylar öncesinden sahne önü biletlerimizi almıştık, planlar yapılmıştı, hazırlıklar tamamdı. Efsaneler efsanesi, belki en sevdiğim grup “Iron Maiden”ın bile ilham kaynaklarından “Judas Priest” ve tabiki Rob Halford İstanbul’a geliyordu. Kuruçeşme Arena denize nazır çok güzel bir alandı.

O sabah erken saatlerde kuzenlerim, arkadaşlarımla birlikte sıraya girmiş, kapılar açılınca alana geçiş yapmıştık. Judas sahne alana kadar deniz kenarına yayılmış, muhabbet sohbet’e girişmiştik. Nasıl unuturum o günleri.. “British Steel” tişörtleri, bandanalar, yaz sıcağında ıslak deri kokuları, aromalı purolar, takılar tokalar, su gibi akan biralar. “Judas Priest” boğaz manzarası, sene 2008, yaş 19. Tek derdimiz tasamız bu adamlar ne zaman çıkacak… Çıktılar… Hem de motorla, topla, tüfekle çıktılar. Yıkıp geçtiler.

(2008 Judas Priest İstanbul konser afişi)

Bize asla unutamayacağımız anılar bıraktılar. İlkler yaşandı, kendimizden geçildi, tabiri caizse eğer gençliğin dibine vuruldu. Böyleydi konser, festival ortamları, alanları. Bence bu kadar kokuşmuşluk arasında hayatın ta kendisiydi. Hafif buruk bir şekilde ayrılmıştık konser alanından. Bir daha ne zaman gelirlerdi? Gelseler bile konser yine çok iyi geçer miydi, adam o zamanlar bile hatırı sayılır yaştaydı performansı nasıl olurdu? Bunun cevabını tam 16 sene sonra aldık. “Judas Priest” uzun zamandır görmediğimiz, hasret kaldığımız bir sahne şovuyla İstanbul, Park Orman’ı “Heavy Metal”le ezdi geçti. Bize tekrardan ne kadar büyük olduklarını hatırlattı, 2008 hasretimizi bitirdi, güzel anılarımızı tekrar yaşattı. Tabiki konserde bunlardan çok daha fazlası oldu. Yüzümdeki gülümsemeyi kontrol altına alabilirsem eğer, (anılarım çok taze) hemen 24 Temmuz gecesinden elimden geldiğince bahsetmeye çalışayım. Buyursunlar!

 

(Judas Priest İstanbul konserinden)

“Judas Priest” 21.20 gibi sahneye çıkacaktı. Biz saat 19.00 da evden çıktık, saat 20.00 olmadan Metro çıkışından başlayan kervanda yerimizi aldık. 2008 tişörtlerim paramparça olduğundan elimde halihazırda bir Judas tişörtüm bulunmuyordu. Sevilen şarkı “Painkiller”dan esinlenerek “Death” tişörtümü geçirdim üstüme. Büyük piştinin döneceğinin ilk belirtileri Metroya bindiğimizde başlamıştı zaten. Herkes benimle aynı şeyi düşünmüştü muhtemelen. Kolektif bilinç güzel bir şey. “Death” formalarımızla “Park Orman” girişine giden yolda yürüyüşümüz başladı. Etkinliğe ilgi yoğun, acayip kalabalık bir şekilde iki ileri bir geri ilerliyoruz. Kapıya giden kaldırımlarda dostlar yayılmış geyik halinde. Her on metrede bir ilerleyişimiz sekteye uğruyor. “Naber abi” “Vaaay” “Özledik be” “Kankam” “2008 abi evet” “Brocum naber ya”lar havada uçuşuyor. (Öp, öp, öp, öp do ya ma dım.) Her durakta bir bira, sigara derken bu bölümü yaklaşık 45 dakikada atlatıp kapılardan geçiyoruz. Sistem şakır şukur işliyor kapılarda hiç bekleme yapmadan içeriye geçiyoruz. Güvenliğinden, bar görevlisine, etkinlik sorumlularından organizatörlere “Park Orman” ekibi gayet profesyonel biçimde çalışıyor. Kollara takılan bileklikler belki biraz daha kaliteli olabilir. Terden bileklik kendiliğinden söküldü. Alan içinde oradan oraya geçerken güvenlik arkadaşlar haklı olarak “koluna tak” dedi fakat takılacak bir tarafı kalmamıştı. İdare ettik bir şekilde, sağ olsunlar beni hiç kırmadılar. Alanda yerimizi aldık, eski dostlar, yeni dostlar görülmeye devam ediliyor. Seyircide büyük bir heyecan, içeriden gelecek olan şey bekleniyor. “Merch” standına bakıyorum ama bana olabilecek öküz bedeni yine, yeni, yeniden bulamıyorum. Olsun, önümüzdeki “Merch”lere bakalım.

 

(Judas Priest İstanbul konserinden – Rob Halford)

Panick Attack” grup elemanları tarafından çalınmaya başladığında “Judas Priest” gökgürültüsü gibi sahnede yerini aldığında, Rob Halford’un önce arkalardan bir yerden sesi geliyor fakat kendisi yok! Kısa süre sonra baba şıkır şıkır kıyafetiyle ortaya çıkıyor. Alkış, kıyamet böyle bir rabarba olamaz. Herkes özlem dolu, Rob baba’ya Judas’a hasret. Coştukça coşuyoruz! “You’ve Got Another Thing Comin” ortam ısınıyor. “Rapid Fire” ateş ediyor derken tam olarak beklenmedik bir an yaşanıyor. Henüz üzerimizdeki şoku atlatamadan çok tanıdık, her metal müzik dinleyicisinin kendi adından daha iyi bildiği “Breaking The Law” çalınmaya başlanıyor! Tamamen dağıldık, bu kadar erken bu parçayı beklemiyordum. Sağlı sollu, önlü arkalı bütün seyirci hareketlendi. Şarkı başladığında herkes nerede duruyorsa, bittiğinde kimse aynı yerinde değildi. Ses önlerden harika duyuluyordu. Orman akustiği ve ses dağılımı gereği arka taraflarda o kadar iyi değildi ama biraz ön ve özellikle orta taraflarda durabilirseniz eğer muazzam bir ses alabilirsiniz “Park Orman” sahnesinden. “Rob Halford’un sesi yaşına rağmen gayet gayet iyi durumda. Bunun dışında gitarları ve davulu çok iyi aldık. Bass gitar bir kısımda o kadar fazla açılmıştı ki patlayacak sandım. Tek tek bütün “Judas Priest” müzisyenleri tecrübede son nokta ve üst düzey yetenekli insanlar. Baştan sona rüya gibi bir “Sound”a imza attılar. 71 yaşında ki Rob babaya ben şahsen bir şey diyemiyorum. 2008’i bana aratmadı. Çoğu kişiden benzer yorumlar duydum, bu yaşta bu performans mucize gibi bir şeydi. “Riding On The Wind” ve “Love Bites” dinliyoruz. Gayet seksi ritimleri olan hoş bir şarkı tam bir klasik Rob Halford ve seksenler işi! Hemen her şarkıda arka ekranda dönen görseller, bar görüntüleri, şehir planları yer yer giren sözler, tribal efektler, şarkının dinamiğine göre ışıkla süslenmiş videolar o kadar iyiydi ki artık benim için konserlerde vazgeçilmez bir detay olma yoluna çoktan girdi.

 

(Judas Priest İstanbul konserinden – Andy Sneap)

“Devil’s Child” “Saint’s In Hell” babalar tam gaz devam ediyor. Rob Halford arada bir arkaya geçiyor gerçi ama hemen sahneye perdelerin arasından geçerek geri geliyor. Sahne Rob Halford doğuruyor! (“Rammstein”dan Till Lindemann’da benzer mizansenler kullanır. Gayet hoş ve sinematografik bulurum bu tarz şeyleri.) Rob Halford’un arada ışık oyunlarıyla arkasına kendi gölgesini alarak seyirciyle konuşması, seyircinin sesini açma denemeleri, eşlik etme şovları unutulmazlar arasında yerini çoktan aldı. Bir yandan arkasında kendi gölgesiyle konuşup vokal yaparken bir yandan yüzünün ana ekrandan seyirciye verilmesi harika bir fotoğrafik detaydı. Buna benzer unutamayacağım ve belgelemeyi asla ihmal etmediğim çok fazla görsel oldu konser boyunca. “Crown Of Horns” ve “Sinner” şaheserleri sonrası tuhaf introlar sahneden yükselmeye başlıyor. Bu şarkıyı da çok iyi biliyoruz “Turbo Lover” geliyor! Teyzemin en sevdiği bu “Judas Priest” şarkısı çalınırken ne yapacağımı şaşırdım. Aynı anda birçok şey oldu. Teyzem şehir dışında olduğu için tek elimle telefonu tutup, onu görüntülü arayıp, şarkıyı dinlettim. Bu sırada şarkının kaydını alayım diye telefondan “Screenshot” almayı becerdim. Diğer elimde tuttuğum bira biraz yere dökülünce sinirlendim, bira bardağını dişlerimle tuttuğum gibi bir sigara çıkardım, yanımdakine yaktırdım. “Turbo Lover” çalınmaya devam ederken ben “Doctor Octopus” modunda şarkı bitene kadar takılmaya devam ettim.

(Judas Priest İstanbul konserinden – Ian Hill)

Konserde sahnenin tam ortasında arada bir ışık veren dev bir “Judas Priest” drahnisi diyeceğim artık, amblemi vardı. Tam manasıyla bir “DEV” idi görmemek zaten imkansızdı, etrafa hoş ışıklar saçıyordu. (Bunu neyle, nasıl, hangi tırla, gemiyle, zeplinle getirdiniz aga… Lego gibi bişey olmuştur muhtemelen tak çıkar modeli. Kendime not: Sorayım bunun olayını.) Yanlış hatırlamıyorsam tam bu aralarda “Judas Priest”in yeni albümüyle aynı adı taşıyan “Invincible Shield” çalınırken sahnenin tepesine bağlanmış bu dev Judas amblemi sanki yeterince dev değilmiş gibi töbe estafurullah üzerimize doğru gelmeye başladı. Çığlıklar, heyecanlar, hezeyanlar aman Allahım gözlerime inanamadım. Gerçekten çok başarılı bir şovdu fakat nihayet kesinlikle bu değildi. Amblemimiz hafif hafif kendini tekrar yukarıya çekerken “Victim Of Changes” çalınmaya başladı. Malesef bu sene “Yngwie Malmsteen” konserine katılamadım ama Judas’ın gitar üstatları bu konserde bize hatırı sayılır solo performanslar icra ettiler, tatları damakta kaldı. Gitarlar ve “The Green Manalishi” şarkısından sonra sıra davulcu abimize geliyor ama ne gelmek. “Rob Halford” konser boyunca bizimle konuştu, birlikte vokal denemeleri yaptık, İstanbul’un güzelliklerinden, yemeklerimizden, bokumuzdan, püsürümüzden bahsettik ama Judas davulcusu Scott Travis (Travis Scott değil.) davulunun tepesine çıkıp öyle bir konuşma yaptıki… Bu konserin en net kırılma anlarından biriydi. Baba bize davulun başından sordu: Eğer sadece bir şarkı dinleme şansınız olsa, sadece bir tane olsa hangisi olurdu? Cevap çok basitti. Konserde olan ne kadar kişi, kaç tane ağız varsa avazı çıktığı kadar hep birlikte şu kelimeyi bağırdı;

PAINKILLER!

Çığlıklar eşliğinde müthiş bir davul solo başlıyor. Hali hazırda “Judas Priest”in kült olan bu şarkısı hepimizi hala hüzne boğan merhum “Death Metal” filozofu “Chuck Schuldiner”ın kurucu gitaristi olduğu “Death” grubu tarafından 98 çıkışlı “The Sound Of Perseverance” albümünün son şarkısında muazzam bir şekilde coverlanmıştı. Saçlar açıldı, ortam dağıldı. Küçük gruplar pogo yapmaya başladı, “Headbang”lerin haddi hesabı yoktu. Yani şu atmosfer sonrası bende, seyircide bitmişti zaten. Konseri kapatıp gidebilirdik o derece bir performanstı. Fakat bu bile bir son değildi. Şov devam etmeliydi. Belki sabaha kadar “Heavy Metal” alemlerinde boğulmalıydık! Grup sahneye kısa süre veda etti. Seyirci hepbirağızdan Priest!, Priest!, Priest! Diye bağırmaya başladı. Maça gelmiş gibiydik. “Judas Priest” vs 50 yıl! Babalar bütün enerjileriyle, zamana meydan okuyarak “Heavy Metal”in kralları olduklarını hatırlatıyordu. “The Hellion” introsu sonrası Motor, gaz, egzoz sesleri duymaya başladık, sahne duman altı, belliki bir şey gelecek. O şey geldi. Motoruna binmiş Rob Halford ve grup arkadaşları tekrardan sahnede! Rengarenk harika bir “Chopper” üzerinde baba şarkılarını söylemeye başladı, önce ağzında ki sonra elinde ki tatlı, tüylü sopayla da grup arkadaşlarına küçük dokunuşlar yapmayı ihmal etmedi! “Electric Eye” icra ediliyordu. Hala tüylerim diken diken, yazmakta zorlanıyorum. Işık şovlarıyla dolu bir “Judas Priest” sahnesinde Rob Halford motorun üzerinde, grup yardır yardır çalmaya devam ediyor öyle bir ortam ama kafamız nasıl güzel! O kadar güzel yani!

(ParkOrman – İstanbul)

“Hell Bent For Leather” yine bu hissiyatlarla geçiyor ve sonunda zurnanın zart dediği yere geliyoruz. Konuşmalar, sevgi gösterileri, kafamızda havaifişekler sonunda arka planda eğlenceli geceyarısı şehir görselleri eşliğinde “Living After Midnight”! Rob baba bizi bardan, pavyondan topla, at motorunun arkasına dağlara tepelere çıkalım uçur bizi! Kurtar bizi buralardan! (Sonra birkaç fındık shot, viski falan için bizi tekrar Dorock’a bırak ama emi canım ben ordan taksiyle giderim.) Bu şarkı çalınırken arkadaki görseller harikaydı. Ekran’a verilen kilit bazı nakarat sözleri sayesinde bütün kalabalık gruba eşlik edebildi, süper bir ambianstı. Loop’a ya da bir Kara deliğe falan girip tekrar tekrar o anları yaşamak isterdim. Bir benzerini 2006 yılında yine Kuruçeşme Arena’da “Gun’s N Roses” konserinin son şarkılarından biri olan “Paradise City” çalınırken yaşamıştım. Üzerimize renkli konfetiler yağıyordu, Axl acayip formundaydı falan neyse bu başka bir hikaye… Konser boyunca Rob baba birçok farklı kostüm giydi, bunlardan bir tanesi paçalarına kadar her yeri grup “Patch”leriyle dolu olan uzun bir kot manto gibi bişeydi. İnternette bir geyik vardır. Festivaller, konserler, Death, Doom, vs. geçildikten sonra bölüm canavarı olarak bu Boss’la karşılaşıyorsunuz diye. Hah işte bu Boss o Boss! “Judas Priest” grup halinde herkese teşekkür ediyor, hediyelerini dağıtıyor, önümüzde eğiliyor. Arka ekranda bir yazı “The Priest Will Be Back!” Bu yazı yüreğimize biraz olsun su serpiyor, inşallah babalar! Kendi kendime bundan sonra Judas konseri Fizan’da olsa gideceğim lan sözleri veriyorum yine..

 

(Judas Priest İstanbul konserinden – Rob Halford)

Konser bitiyor ama bende bitiyorum yani. Çöküyorum bir yere biraz soluklanmaya çalışıyorum. Çıkışta biraz yokuş çıkılacak sonra metroya yürünecek falan süreçlere hakimim. Ceplerimi yokluyorum aa “sürpriz” fazladan aldığım iki tane fıçı bira fişi cebimde kalmış. Koşa koşa Yonca Evcimik gibi bara gidiyorum “Aboneyim abone biletlerim cebimde” Alan boşaltılırken oradan son bir tuvalet yapıp yine sağda solda gördüğümüz arkadaşlarımızla muhabbet sohbet, gözyaşı, el ele kol kola Metroya yürümeye başlıyoruz. Metroda Engin abiyi görüyoruz tam “Rock’n Roll Train!” “Judas Priest” konserinin her anı her dakikası, saniyesi benim için aşırı keyifli geçiyor. Park Orman Metal Müzik festivalleri, konserleri için İstanbul’da biçilmiş kaftan. Yurtdışı orman alanlarının, festival arazilerinin enerjisi, potansiyeli bu alanda hep vardı, hala mevcudiyetini koruyor. Organizasyona, bütün çalışanlara, herkese bizi bu güzel geceyle şenlendirdikleri için teşekkürlerimizi sunuyoruz. Nice nice güzel etkinlik ve konserlerde görüşmeyi umuyoruz.

 

Tüm fotoğraflar by  Arda Aytan / BKM

©2024@metaloda
“Her hakkı saklıdır. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz. Başka yerde yayınlanamaz.”