Heavy Metal ’in doğum yeri, Black Sabbath, Judas Priest ve Duran Duran’ın kurulduğu, gözümün nuru, gelmiş geçmiş en büyük masalcı ve dilbilim ustası J.R.R Tolkien’in büyüdüğü ve sokaklarını arşınladığı Birmingham…
Led Zeppelin’in bazı üyelerini, Napalm Death ve Godflesh’i çıkarmış, Birleşik Krallık’ın en büyük ikinci şehri, endüstri devriminin gözbebeği, Watt buhar makinasının doğduğu şehir.
Benim yolum Birmingham ile ilk defa Birmingham Royal Ballet yıldızlarını yetiştiren Elmhurst Ballet School maceramız sayesinde kesişti. Bale okulunun yerleşkesinin de bulunduğu yemyeşil Edgbaston mahallesi, görkemli Viktoryen evleri, muhteşem doğası, botanik bahçeleri ve zenginliğiyle Birmingham’ın diğer mahallelerine pek benzemiyor doğrusu. Mimari anlamda koruma altına alınan güzel evleri, çok katlı binalara ve dokusunun bozulmasına izin verilmeyen yapısı ve elit sakinleriyle Edgbaston, bana biraz İstanbul’umuzun birinci ve üçüncü Levent’ini hatırlatıp çocukluğumda büyüdüğüm mahalleyi ve sokakları çağrıştırıyor, aitlik duygumu perçinliyor.
Müziğe adını altın harflerle yazdırmış Birmingham: nasıl ki Liverpool The Beatles ile anılıyorsa, Birmingham da Black Sabbath, Judas Priest ve heavy metal ile anılıyor. Muhtelif Birmingham seyahatlerimde sokaklarında dolaşırken, inşaat işçilerinin gümbür gümbür heavy metal dinlediğine şahit olduğum Birmingham. Mavi yakalı çalışan sınıfın müziği olan heavy metal müziği karakterize eden distortion, yüksek volüm ve kirli sesin çıkış noktası da bu endüstri şehrinin arka planına hakim metalik sanayi uğultusu ve ritmik çekiç sesleri. Sanayi şehri dedik ama ağır sanayi haricinde bir başka özelliği daha var Birmingham’ın: değerli maden işçiliği ve mücevher zanaatkarlığı. 1700’lerin başından bu yana imalathanelerin faaliyet gösterdiği Jewellery Quarter, Birmingham’ın kalbinde yer alan önemli ticari merkezlerden biri. Muhteşem Silmaril mücevherleri efsanesini yaratırken, Birmingham’ın zanaat geçmişinden ilham almış olabilir mi acaba Tolkien?
Bazı bölümleri yaya trafiğine kapalı, üzerinde tramvay işleyen ve birazcık İstiklal Caddesi’nin eski haline benzeyen Broad Street, şehrin gece hayatının kalbinin attığı, ünlü olmadıkları zamanlarda küçük gece kulüplerinde Black Sabbath ve Duran Duran’ın müzik yaptıkları meşhur caddesi. CBSO (City of Birmingham Symphony Orchestra) Birmingham Senfoni Orkestrası’nın yuvası.
Kadıköy’ün Boğa’sı olur da Birmingham’ın olmaz mı? Orta Çağ’dan bu yana pazar yeri olan ve bugün alışveriş merkezlerinin kümelendiği Bullring, adını mezbaha yolunu tutmadan önce eğlence için köpeklerle dövüştürülen (bull-baiting) zavallı boğalardan almış. 1500’lü yıllardan 19.yy başlarına kadar devam eden bu zalim eğlence için Old English Bulldog köpekleri özel olarak eğitilirmiş. Sabrın, doğurganlığın ve fedakarlığın sembolü, şehrin koruyucusu boğa, Birmingham’ın 21.yüzyıl maskotu olmuş ve heykel sanatçısı Laurence Broderick’in altı tonluk sevimli bronz boğası, 2003 yılında şehir merkezinde yerini almış.
Gelmiş geçmiş en büyük masalcı, Yüzüklerin Efendisi efsanesinin (Lord of The Rings) ve Silmarillion, The Hobbit, Beren ile Lúthien, Tom Bombadil’in Maceraları gibi muhteşem eserlerin yazarı, Metal Oda ’nın büyük bir tutkuyla bağlı olduğu John Ronald Reuel Tolkien, Birmingham’da büyümüş. Çok küçük yaşta öksüz ve yetim kalan Tolkien’in hayalgücü ve dilbilim tutkusu, gerçek bir entelektüel olan annesi sayesinde şekillenmiş. Mutlu çocukluğu yine Birmingham’da Sarehole Mill’e yakın bir evde doğanın içinde geçen Tolkien, The Shire’ı yaratırken Sarehole’dan esinlemiş.
Bir su değirmeni olan Sarehole Mill’i ziyaret ettiğim gün ziyaretçilerin büyük çoğunluğunun çocuklar olması (ve üç beş ziyaretçi olması) beni şaşırtmıştı doğrusu. Önündeki gölet manzarasıyla gerçekten de Tolkien’in kitaplarından fırlamış gibi gözüken Sarehole Mill, sakin ve güzel bir Birmingham mahallesinde yer alıyor.
Annesinin, ölmeden evvel Papaz Francis Morgan’a emanet ettiği Tolkien, Sarehole Mill’den sonra Birmingham’ın Edgbaston mahallesinde büyümüş ve King Edward’s School’da ona ileride Oxford’da hocalık yolunu açacak sağlam bir eğitim almış.
(Plough and Harrow)
Büyük aşkı Edith ile de Edgbaston’da yolu kesişen Tolkien’in ayak izlerini takip eden bendeniz, onun yaşadığı evleri, Birmingham’a her geldiğinde kaldığı Plough and Harrow Otelini, Two Towers (İki Kule) için ilham kaynağı olan Edgbaston Waterworks Tower (su dağıtım kulesi) ve Perrott’s Foly’yi daha önceki ziyaretlerimde tavaf etmiştim.
(Edgbaston Waterworks Tower)
Devasa bir kuleyle karşılaşmayı beklerken pek de etkileyici bulmadığım Edgbaston su kulesi hayalgücü çok zengin küçük bir çocuğun gözünde dünyanın en yüksek kulesi olabilir pek tabii ki. Tıpkı yedi-sekiz yaşlarımdayken 1. Levent’teki en yüksek yapı olan eski dost su kulesinin bana gökdelen kadar yüksek gözükmesi gibi.
(Levent Mahallesi su kulesi)
Wolvercote mezarlığında sonsuz uykularına beraber yatmış olan Tolkienler’in mezartaşlarında Edith’in adının altında Lúthien, John Ronald’ınkinde ise Beren yazar. Ölümsüz elf prensesi Lúthien’e aşık olan bir ölümlü olan Beren’in hikayesi, Edith ve John Ronald’ın büyük aşkının hikayesidir aslında.
Coğrafyası, halkları ve kendine özgü dilleriyle bir mitoloji ve evren yaratan Birmingham’lı Tolkien, elflerin yaşadıkları Rivendell ve Lothlórien gibi fantastik diyarlar ile elflerin fizik özellikleri, giyimleri ve takılarında, Birmingham Müzesi’nde karşısında saatlerini geçirip hayran hayran seyrettiği Pre-Raphaelite (Ön Raffaelocu) tablolardaki figürlerden esinlenmiş. Erken dönem Rönesans stilini tekrar yaşatarak gerçekçi eserler veren İngiliz sanatçılar arasında James Collinson, William Holman Hunt, Edward Burne-Jones, John William Waterhouse, Dante Gabriel Rossetti, Sir John Everett Millais sayılabilir.
(Lady of Shalott – John William Waterhouse)
Pre-Raphaelite tarzda eser veren, Pre-Raphaelite Sisterhood mensubu kadın ressamlar arasında tüm hayatını Edgbaston’da yaşamış olan Kate Elizabeth Bunce da var. Kate Elizabeth’in işlerine Birmingham kiliselerinde de yer verilmiş. Orijinali Birmingham Müzesi’nde bulunan, yine Tolkien evreninden bir karakteri hatırlatan ve Dante Gabriel Rossetti’nin bir şiirinden ilham alarak Kraliçe Blanchelys’i betimleyen çok sevdiğim “The Keepsake” tablosunu da burada paylaşıyorum.
Geçtiğimiz günlerde yapılan Rock & Roll Hall of Fame töreninde dünyanın en ruhsuz, çirkin, suç oranı en yüksek ve silik şehirlerinden Detroit’i Birmingham ile kıyaslayan Alice Cooper abimize de teessüf ediyorum buradan. Araba fabrikalarından başka bir özelliği bulunmayan bu ruhsuz ve kültür anlamında içi boş Amerikan şehrini Birmingham ile kıyaslarken sanırım bir müzik janrasının, yani Motown’un ve tabii kendisinin doğduğu şehir olması etkili olmuş olmalı. Yoksa her iki şehri de görmüş biri olarak pek de ortak noktaları yok diye düşünüyorum ben.
(Edgbaston evleri)
(Levent Mahallesi evleri)
Diyeceğim odur ki sevgili Metal Oda okurları, kaderin beni bir kere daha sağlam bağlarla ve ortak tutkularla bağladığı Birmingham’a bir gün yolunuz düşerse, kişilik sahibi bu güzel şehirde heavy metal müziğin, şehre damgasını vurmuş Tolkien’in, sanat ve edebiyatın izini sürün. Yine Edgbaston’da, Westbourne House & Gardens’da sevgili Tolkien’in dedesi ve piyano imalatçısı John Benjamin Tolkien’in elinden çıkan gülağacı piyanoyu görün. New Street Station ve Aston Hall’da ya da Jewellery Quarter’ın karanlık atölyelerinde meşhur Birmingham hortlaklarının peşine düşün. Şehre daha da fazla drama ekleyen meşhur İngiliz yağmuru ve sisine de fazla aldırmayın, üşürseniz malt viskiyle ısının, keyfinize bakın derim.
Müzikle, sanatla kalın.
© @metaloda
“Her hakkı saklıdır. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz. Başka yerde yayınlanamaz.”
Trackbacks & Pingbacks
[…] Paddington’un heykelini de iki küçük çocuk ve benden başka görmeye gelen yoktu doğrusu. Heavy Metal, Birmingham ve Tolkien yazımı okumuş olanlarınız Tolkien’in çocukluk anılarıyla dolu Sarehole Mill’e de pek talep […]
Comments are closed.