“Heavy Metal müziğin peşinde Birmingham Günlükleri” yazı dizimiz devam ediyor:
“Astonlılar için Aston Villa’yı tutmak, Bağdat Caddeli olup Fenerbahçe’yi tutmak kadar doğal.” Güzin Paksoylu
Aston: Black Sabbath’ın doğduğu mahalle
Black Sabbath grubunun tüm üyeleri Birmingham’ın fakir sanayi işçisi mahallesi Aston’dan çıkma. Ozzy Osbourne, Tony Iommi, Bill Ward ve Geezer Butler’ın heavy metal müziğini yaratacakları mahallenin dokusu, albüm kapaklarından müziklerine kadar her şeye sinmiş. Black Sabbath’ı anlamanın yolu biraz da Aston’ı anlamaktan geçiyor.
Grup üyelerinin çocukluklarından itibaren şehre sanayide çalışmak üzere gelen göçmenlerin yerleşim yeri olmuş Aston: bugün sokaklarda başta Pakistanlı, Bangladeşli, Uzak Doğulu, Afro-Caribbian ve Hintli insanlar dolu. Ozzy Osbourne’un büyüdüğü 14 Lodge Road’daki mini minnacık evinin sırasındaki evlerin kapılarında Arapça yazılar görmek mümkün.
(14 Lodge Road – Aston Ozzy Osbourne’un büyüdüğü ev)
Aston’daki camiler ve kuran kurslarından (evet! yanlış okumadınız) akın akın entarili ve takkeli siyahi insanlar boşalıyor: kara çarşaflı kadınlar da sokaklarında geziniyor. Aston, geçmişte olduğu gibi bugün hala yüksek şiddet ve suç siciliyle öne çıkıyor. Geezer Butler’ın çocukluğunda ve gençliğinde de birbirleriyle kavga eden, sokaklarda birbirini bıçaklayan etnik gruplar, asit atan sapıklar, siyah-beyaz ve İrlandalı-İngiliz gerilimine (IRA terörü) eklenen holigan terörü de mahalleye damgasını vurmuş.
(Ozzy’nin bir dönem öğrencisi olduğu Prince Albert Junior School-Aston)
Aston Villa takımına ev sahipliği yapan Villa Park, mahallede Trinity Road’da bulunuyor. Astonlılar için Aston Villa’yı tutmak, Bağdat Caddeli olup Fenerbahçe’yi tutmak kadar doğal. Yine Geezer Butler’ın anılarında yazdığına göre çocukluğu Charles Dickens romanlarından fırlamış gibidir adeta. İçinde tuvaleti ya da banyosu olmayan, ısınmayan, işini görmek için bahçelerinde derme çatma bir tuvalet kulübesi olan evler. Evin en sıcak odasına taşınarak sırayla içinde banyo yapılan metal leğenler. Tuvalet kağıdı yerine gazete kullanılan yoksullukla çevrelenmiş bir çocukluk. Aston’da sokakta yürürken Uzak Doğulu bir adamın bıçak çekip kız arkadaşını kaçırmaya çalıştığını da aktarır Geezer Butler. Demem odur ki 1950’lerden bu yana hiç bir zaman tekin bir mahalle olmamış Aston.
(Aston Villa futbol kulübü amblemi ve Villa Park stadyumu – Aston Birmingham)
“Ozzy Zig needs a gig: singer with own P.A. 14 Lodge Road, Aston.”
Black Sabbath Hikayesinin Başı
Black Sabbath grubuna gelirsek, gruptaki en iyi okumuş kişi olan, ve ailesinin fabrika işçiliği kaderini kırıp beyaz yakalı çalışan olacağına kesin gözle baktığı Geezer, parasızlıktan üzerinde sadece iki teli olan (diğer dört tele parası yetmiyormuş) bir akustik gitarla başlamış gitar çalmaya. İronik olarak bu iki teli yalayıp yutması, ileride bas gitara geçişini kolaylaştıracaktır.
(Genç Geezer, The Beatles etkisiyle saçlarını uzatmaya başlar)
Geezer’ın İngiliz edebiyatına ilgisi ve okul başarısı da onu sonradan Black Sabbath’ın söz yazarı yapacaktır. 1957’de Elvis Presley hayatlarına bomba gibi düşmeden evvel, Skiffle denen müzik türü (blues, jazz, country ve folk müzik kırması dandik bir müzik) çok dinlenirmiş evlerinde. The Beatles’ın “Love Me Do” parçasını ilk defa duyan Geezer, hayatının şokunu yaşar: hele de grubun burunlarının dibindeki Liverpool’dan çıkmış olmasına şaşırır kalır. Saçlarını uzatmaya başlar: bu saç kesmeme ısrarı beyaz yakalı iş bulmasına engel olacaktır. Henüz tanışmadığı Ozzy ile de 1965 yılında Birmingham Odeon’daki Beatles konserine katılan coşkulu kalabalığın bir parçası olacaklardır. The Rolling Stones, Ike & Tina Turner, Cream gibi sanatçıları da ilk defa Birmingham’da seyreden Geezer, kendini blues müziğine adayacak, 15-16 yaşlarında arkadaşı Roger Hope ile Ruums grubunu kuracaktır. Parasızlık devam ederken, gitarına kılıf alamayan Geezer, otobüslerde gitarını plastik torba ile taşır. Ailesinin okuması yönündeki baskısına rağmen profesyonel müzisyen olmaya kararlıdır. Rumms grubunun sahne aldığı Penthouse’taki konserlerden birinde Tony Iommi ve kankası Bill Ward ( o zaman gruplarının adı Mythology dir) ile tanışırlar. Penthouse kulübünün müdavimleri arasında Robert Plant, John Evan’s Smash (sonradan Jethro Tull), Steve Winwood, Christine Perfect (Christine McVie- Fleetwood Mac) gibi sanatçılar yer alır. Sonraki grubu Rare Breed’in solistinin ayrılmasıyla profesyonel müzisyenlik hayalleri yıkılan Geezer, yeni bir vokalist ararken, müzik mağazası Jones & Crossland’da duvara iğnelenmiş bir yazı görür:
“Ozzy Zig needs a gig: singer with own P.A. 14 Lodge Road, Aston.”
(Geezer Butler’ın aile evi – Victoria Rd. Aston)
“Prince Albert okulu, St Peter & St Paul ve Parish Church gibi karakteristik yapılar, paranormal geçmişiyle ünlü “UK’s most haunted building” Aston Hall ve tüm okült temalar Black Sabbath’ın dokunduğu kumaşın vazgeçilmez bir parçasıdır.” Güzin Paksoylu
(Aston Hall – Birmingham)
(Aston sokakları ve tipik mahalle panoraması)
Ve Ozzy sahnede!
Geezer, mahallede neredeyse üç adım ötede bulunan adresteki evin kapısını çalar ve Ozzy’nin kız kardeşine adresini bırakır. Ertesi gün Geezer’ın evine gelen Ozzy, aile fertlerinde şok etkisi yaratır: çünkü Ozzy çıplak ayaklı bir dazlaktır (skinhead!)
(skinhead ya da skin: 1960’ların sonlarında İngiliz işçi sınıfından fakir gençlerin başlattığı sol görüşlü bir altkültür hareketidir. Dazlakların çok kısa ya da tamamen traş edilmiş saçları vardı, işçi tulumu ve iş botları giyerler, aynı fakir mahallelerde etkileşimde oldukları Jamaikalı gençlerin müziği olan ska, rocksteady ve reggae dinlerler, ideoloji bakımından da hippilerin barış ve sevgi felsefesinin tam karşısında dururlardı).
Geezer’ın Ozzy’yi görünce “Oh no, a bloody skinhead!” olan ilk sözlerine “Saçımı uzatırım, ne olacak yani?” diye cevap veren Ozzy gruba girer. Uyuşturucu kullanan ve hırsızlık yapan Ozzy’nin zaman içinde pek çok başka marifetleri! de ortaya çıkacaktır. Rare Breed grubu sıkınca gruptan ayrılan Ozzy ve Geezer, yeni bir grubun temellerini atmak için adlarını duydukları Bill Ward ve Tony Iommi ile konuşmaya giderler (bu adresler Aston’da birbirine çok ama çok yakın mesafelerde yer alır). Tony’nin Park Lane’deki evine giden ikili pek hoş karşılanmaz: çünkü Ozzy, Tony’nin Prince Albert okulunda 7/24 dayak atıp zorbalık yaptığı, bir küçük sınıftan ve gıcık olduğu bir çocuktur. Ozzy’yi görünce ilk tepkisi “Olamaz, Osbourne gelmiş. Ne istiyorsun?” olur. Geezer’a göre Ozzy, Tony’nin gözünde hep okuldaki küçük çocuk olarak kaldı, Tony ise grubun lideri olmayı hiç bırakmadı. Gruba basçı bulunamayınca ritm gitarı geride bırakan Geezer da bas gitar çalmaya başlar bu vesileyle. Zaten yokluk sebebiyle az telli enstrümana alışıktır! Gruba isim arayan dört kafadar, Ozzy’nin yolda gördüğü geleneksel Hint kıyafetleri satan dükkan Polka Tulk adında karar kılarlar. (Geezer Butler – Into The Void)
(Pre-Black Sabbath yıllarında kahramanlarımız)
Delinmiş döşemesinden asfalt gözüken döküntü vanlarından, yuhalanıp kafalarına bira şişesi fırlatılan batakhanelerden rock yıldızlığına uzanan yer yer acıklı, yer yer de çok eğlenceli bir hikaye onlarınki. Aston’ı gezerken Birmingham Music Archive (BMA) direktörü Jez Collins’in bana aktardığı gibi, onların hikayesini anlamak için Aston’a, grup elemanlarının yaşadığı yerlerin birbirine yakınlığına ve mahallenin dokusuna kafa yormak şarttır. Jez’in dikkatimi çektiği gibi, mahalledeki evler, Prince Albert okulu, St Peter & St Paul Aston Parish Church gibi karakteristik yapılar, paranormal geçmişiyle ünlü “UK’s most haunted building” Aston Hall ve mahallenin tarihiyle bağlantılı tüm okült temalar Black Sabbath’ın dokunduğu kumaşın vazgeçilmez bir parçasıdır.
(Geezer’ın okulu Holte Grammar School – Aston)
(St Peter & St Paul Kilisesi – Aston)
(Sacred Heart Kilisesi – Aston)
(Black Sabbath albüm kapağı -1970)
“Earth” yılları
İsmi Bill’in teklifiyle Polka Tulk Bluesband’den “Earth” e dönen grup, Birmingham’da bir zamanlar iyi müziğin kalbinin attığı Henry’s Blueshouse ‘ta sahneye çıkmaya başlar, hatta birkaç kez Jethro Tull’ın açılış grubu olur. Tony Iommi’yi gözüne kestiren Ian Anderson, onu gitarist olarak gruba ve Jethro Tull ABD turnesine davet eder. Tony’nin teklifi kabul etmesiyle grup bir kere daha dağılır. Ancak neyi nasıl çalacağının dikte edildiği ortam Tony’nin hoşuna gitmemiştir ve Tony, zamanın bomba grubu Jethro Tull’a sırtını dönüp Earth’e geri döner. Ozzy, Bill ve Geezer bu sefer gruba daha fazla asılmaya ve arkadaşları Tony’yi geri döndüğüne pişman etmemeye kararlıdırlar. Jethro Tull macerasından öğrenilen en önemli şey ise müzisyenlik disiplini olur.
(Henry’s Blueshouse tişörtü ve şıpıdık terlikleriyle Ozzy ve Earth)
“The Crown binasını yıkıp otel yapmak isteyen Japon firma, zamanında Earth (pre-Black Sabbath), Judas Priest, Robert Plant, John Bonham, Supertramp, Jethro Tull, Thin Lizzy, Fleetwood Mac gibi grupların sahne aldığı, duvarlarında punk döneminden kalan graffiti ve yazılar ile anılar, müzik ve kültür dolu bu binayı pek önemsemiyor.” Güzin Paksoylu
(The Crown binası New Street Station tren istasyonunun tam karşısında yer alıyor)
Henry’s Blueshouse ve The Crown: Heavy Metal’in doğduğu yer
Birmingham Music Archive direktörü Jez Collins ile şehirdeki müzik turumuza aslında New Street istasyonundan Ozzy The Bull’un önünden başlamıştık: önceki yazılarımdan hatırlayacaksınız, Birmingham’ın sembolü boğadır ve bu mekanik boğa, 2022 Commonwealth Games için tasarlanmıştı. Birmingham sakinleri -Brummies- oyunların sonunda bu nefis steampunk heykelin hurdalığa gitmesine razı olmamış ve şehirde sergilenmesini istemişlerdi. New Street Station’daki devamlı yerine yerleştirilen boğaya Birmingham halkı yaptıkları oylama ile Ozzy adını vermiştir.
(New Street Station’dan ana cadde Station Street ve The Electric sinemasına bakış)
Hayaletleriyle ünlü bir başka mekan olan New Street istasyonundan ana cadde Station Street’e bakınca, Hill Street ile hemen köşesinde The Crown binası sizi renkli, belirgin ve az katlı mimarisiyle karşılar. Birmingham’ın ilk sineması art-deco stilindeki The Electric (1909) gibi, 2026 yılında 150 yaşını dolduracak olan The Crown otel de (Henry’s Blueshouse) caddedeki kaderine terk edilmiş binalar bugün. The Crown tam 14 yıldır kapalı ve bina bir Japon otel zincirine ait.
(The Crown binasının içinde bakımsızlıktan ağaçlar bitmekte).
(Binanın yanındaki geçit adeta çöplük olmuş)
Yılda yaklaşık 45 milyon kişi gibi yüksek bir trafiğe sahip olan tren istasyonunun tam karşısında yer alması, The Crown binasını otelci Japonlar için cazip bir hale getiriyor. Ne yazık ki Japon firma, Earth (pre-Black Sabbath), Judas Priest, Robert Plant, John Bonham, Supertramp, Jethro Tull, Thin Lizzy, Fleetwood Mac gibi grupların sahne aldığı, duvarlarında punk döneminden kalan graffiti ve yazılar ile anılar, müzik ve kültür dolu bu binayı pek önemsemiyor. Kafalarında The Crown ile etrafındaki binaları yıkıp, bu adada yepyeni bir otel kompleksi yapmak var (tanıdık geldi değil mi?). Bu gerçekleşirse Birmingham’ın kültür hafızasından bir parça da silinmiş olacak. Jez Collins, bunun önüne geçmek ve rock müzik açısından bir kültür odağı olan The Crown’ın yokolmasını engellemek için binayı Grade II (İkinci Derece) tarihi eser kategorisine sokturmuş: tıpkı ülkemizde mevcut tarihi eserler gibi Birleşik Krallık’ta da “Graded Buildings” var ve bunların yıkılması yasak. Şimdi Jez Collins’e kulak verelim:
Henry’s Blueshouse ve Hikayesi
“Bana göre burası heavy metal müziğin beşiğidir ve daha sonra Birmingham’dan çıkacak bir başka dev metal grubu Judas Priest de, The Crown’da en erken dönem konserlerinden bazılarına çıkacaktır.” Jez Collins (BMA)
(Ozzy The Crown’da Cr: BMA)
“Henry’s Blueshouse 1960’lar sonundan 1970’lerin başına kadar folk revival gruplarının sahne aldığı üst kattaki bir kulüp, daha doğrusu bir pub idi ve çok, çok popülerdi. “Tuesdays is Bluesdays” sloganı meşhurdu ve Londra dışındaki ilk progresif müzik mekanı olarak kabul ediliyordu. İlk folk revival albümü tam burada kaydedilmişti: grubun adı Ian Campbell Band idi ve biliyorsun Güzin, Ian Campbell UB40’den Ali ve Robin’in babalarıdır. Yani müzik mirası babadan oğullarına geçmiş anlayacağın! Jim Simpson adında bir kişi kulübe blues sanatçılarını ayarlıyordu. Gerçekten çok büyük Blues sanatçıları buraya gelip çalarlardı ve Tony Iommi, Ozzy Osbourne, Robert Plant, John Bonham, Christine McVie gibi müzisyenler (ki daha sonra hepsi superstarlar olacaklardır) bu blues sanatçılarını dinlemek için kulübe gelirlerdi.
(Pre-Black Sabbath Earth iken konserde)
Black Sabbath, henüz adı Earth iken, Tony, Ozzy, Geezer ve Bill, kulüpte çalabilmek için işletmeci Jim Simpson’ı devamlı darlıyor ancak hep hayır cevabını alıyorlardı. Israrından vezgeçmeyen grup sonunda Jim’den büyük grupların arasında 15 dklık bir sahne koparmayı başarır. Çalarlar, beğenilirler ve sonra kulübün devamlı grubu olurlar. Biliyorsun sonrasında isimlerini Black Sabbath olarak değiştireceklerdir. Black Sabbath, daha sonra da Henry’s Blueshouse’ta çalmaya devam etti ve Jim de menajerleri oldu. Yani gerçek anlamda ilk deneyimlerini The Crown‘da kazandılar. Grup Henry’s Blueshouse’ta dinleyicilere çalar ve müziklerine gelen tepkiyi ölçerdi.
Grubun ilk iki albümü, yine burada seyirciler üzerinde bir nevi test edilmiş, evde ince ayarı yapılmış, kaydedilmiş ve ardından da Jim’in menajerliğinde yayınlanmıştır. Bana göre burası heavy metal müziğin beşiğidir ve daha sonra Birmingham’dan çıkacak bir başka dev metal grubu Judas Priest de, The Crown’da en en erken dönem konserlerinden bazılarına çıkacaktır.”
“Burası progresif rock, progresif blues, blues müziğinin kalbinin attığı yerdi ve bu grupların yaptıkları müzik daha sonra şekil değiştirip şimdi heavy metal dediğimiz şeye dönüştü.” Jez Collins (BMA)
(The Crown oteli girişi)
“Burada Henry’s Blueshouse’da, progresif rock, progresif blues ve blues’un önde gelen gruplarından birçoğu (Electric Light Orchestra, Led Zeppelin’in yarısı, Fleetwood Mac vb.) bir araya gelir, müziklerini test eder, paylaşırlar ve fikir alışverişinde bulunurdu. Tüm bu gruplar, yani Sabbath, Led Zeppelin’in yarısı, Fleetwood Mac, ülkenin her yerinde konserler verir, sonra Birmingham’a geri döner ve işte arabamızı park ettiğimiz, eskiden pie stand olan bu küçük otoparkta buluşur, müziklerini ve deneyimlerini paylaşırlardı.
(Robert PLant, Ian Anderson, Fleetwood Mac- Altın Yıllar)
Burası progresif rock, progresif blues, blues müziğinin kalbinin attığı yerdi ve bu grupların yaptıkları müzik daha sonra şekil değiştirip şimdi heavy metal dediğimiz şeye dönüştü. Daha sonra, 70’lerde, punk ortaya çıktıpında, bir punk müzik mekanı haline geldi ve Birmingham’daki punkların evi oldu. Duvarlarında 1970’lerden graffitiler ve karalamalar hala duruyor! İşte bu yüzden bu binaların korunması lazım.
(The Crown önünde punklar – 1979 cr:Wayne Large)
(Birmingham punkları – 1979 cr:Wayne Large)
Duran Duran‘dan John Taylor da 1978’de Salı günleri grubu DaDa (ki British New Wave tarzında müzik yaparlardı) ile bu kulüpte sahne almaya başladı ve DaDa kulübün devamlı grubu oldu: tıpkı 60’lar ve 70’lerdeki Sabbath gibi. John, insanların önüne çıkıp müzik icra etmenin, gelen tepkileri tartmanın, prova yapmanın ve sonra eve dönüp tekrar müzik üzerinde çalışmanın ne kadar önemli olduğundan bahseder. John’a göre, Henry’s Blueshouse’taki devamlı işleri olmasaydı, Duran Duran kadar büyük bir grubun parçası olamazdı.
(John Taylor ve grubu DaDa-1978)
(Duran Duran’ın efsane bas gitaristi John Taylor)
“Ben son 15 yıldır binayı korumak ve kapılarını yeniden müzikseverlere açmasını mümkün kılmak için çalışıyor ve kampanyalar yürütüyorum.” Jez Collins (BMA)
Yapacak Çok İş Var!
“Anlayacağın, burası tüm bu önemli grup ve sanatçıların yuvasıydı. Ben son 15 yıldır binayı korumak ve kapılarını yeniden müzikseverlere açmasını mümkün kılmak için çalışıyor ve kampanyalar yürütüyorum. Burası tıpkı Liverpool gibi turistik bir cazibe merkezi haline gelmeli ve gelmeyi de hak ediyor bence. Bu yüzden şu anda Japonya’da bulunan mal sahibine ulaşmaya, onu bizimle çalışıp binayı yeniden yeniden ayağa kaldırmaya ya da bunu yapmayacaksa bize satmaya ikna etmeye çalışıyoruz. Bu kişi 14 yıldır binanın sahibi ve ne yazık ki 14 yıldır ihmal edilen binanın içinde bakımsızlıktan ağaçların ve bitkiler büyüyor. Bina su alıyor, sıvaları dökülüyor.
(Alçak katlı ve sevimli mimarisiyle The Crown, renove edilip şehrin kültür hayatına tekrar kazandırılmayı bekliyor.)
Benim asıl endişem binanın geri dönülmez şekilde hasar görmesi ve yıkılmasından başka çare kalmaması. Bu da tabii ki kasıtlı bir vandallık eyleminden başka bir şey olmaz. Bu yüzden binayı kurtarmak adına farklı kurum ve kuruluşlarla el ele çalışıyoruz. Burası müzikal, kültürel ve ekonomik bir değer. Şu anda aslında bu konuşmamızı The Crown barında içkimiz eşliğinde yapabilmeli, üst katına çıkıp Ozzy, Bill, Tony ve Geezer’ın hologramlarını veya konser görüntülerini izleyebilmeliydik. İşte yapmak istediğimiz tam olarak bu ve burada olması gereken de bu. The Crown kültürel ve ekonomik bir mücevher olarak geri kazanılmayı hak ediyor.
Güzin Paksoylu
GELECEK BÖLÜM: HEAVY METAL MÜZİĞİN DOĞUŞU BLACK SABBATH
(Jez Collins ve Güzin Paksoylu, The Crown binası önünde-Birmingham 2024)
©2024@metaloda
“Her hakkı saklıdır. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz. Başka yerde yayınlanamaz.”