Progresif Rock Müzik önderlerinden Jethro Tull ‘ı, Fareli Köyün En Ünlü Kavalcısı Ian Anderson’un peşine takılıp gelen rockseverler hayranlıkla dinledi. İlk kez 1991 yılında Uluslararası İstanbul Festivali kapsamında Türk izleyicisiyle buluşan ve bugüne kadar yolu pek çok kez İstanbul’dan geçen Jethro Tull, dün akşam Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’ndeydi.
1991 yılı festival katalogunu karıştırırken karşıma çıkan Jethro Tull’den metaloda.com’da ‘İstanbul Müzik Festivali 50 Yaşında’ başlıklı yazımda da bahsetmiştim. https://metaloda.com/istanbul-muzik-festivali-50-yasinda/ Adını İngiliz tarım devriminin öncüsü, peruğu ve dönem kıyafetiyle pekala Johann Sebastian Bach’la karıştırılabilecek çiftçi Jethro Tull’den alan dev progresif rock grubu, sahnede gerisinde dinamik görsellerle zenginleştirilmiş olağanüstü bir şova imza attı. ‘The Prog Years’ turnesinin İstanbul ayağında izlediğimiz Jethro Tull, 74 yaşındaki beyni Ian Anderson ve arkadaşlarıyla tıpkı Deep Purple İstanbul konserinde olduğu gibi rockçının iyi şarap gibi yıllanmışı makbul dedirtti, gençlere taş çıkarttı.
Ben annemin karnına bile düşmemişken çığır açan müzikleriyle imza soundlarını çoktaaaan oturtmuş bu gruplar boşuna rock tarihine adlarını altın harflerle yazdırmıyor arkadaşlar: bu sene hakikaten çok esaslı rock ve metal grupları geçti İstanbul’dan ve hala da geçmeye devam ediyorlar. Ancak Deep Purple ve Jethro Tull’in bıraktığı etkiye hiç biri yaklaşamadı bence. Neredeyse 60 senedir çatır çatır rock yapınca sound ve konser performansı da böyle oluyor işte. 1989 yılında Grammy Ödüllerinde Metallica ‘…And Justice For All’ albümünü sollayıp En İyi Hard Rock/Metal Performansı ödülünü kucaklayan gruba menajerleri hiç şansınız yok deyince topyekün ödül törenine katılmayan Jehtro Tull’in önünde saygıyla eğilmeyi de ihmal etmeyelim. Tam bu noktada ufak bir parantez açıp Zorlu PSM’den bahsetmeden de geçmeyelim: yıllar evvel feci bir Puccini La Bohème yorumunu yarıda bırakıp çıktığım Zorlu’ya ayak basmamaya yemin etmiş olan bendeniz, geçen sene 100% Studio’da seyrettiğim melek sesli Anneke Van Giersbergen konseri ve dün Turkcell Sahnesi’ndeki Jethro Tull’den sonra Zorlu’nun sahne ve ses düzenlerine on puan beş yıldız veriyorum. Hele de Dream Theater hezimetini gördükten sonra, keşke onların konseri de Zorlu’da olsaydı diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Gelelim dünkü konsere: öğrencilik yıllarımda Iron Maiden aşkıyla yanıp tutuştuğum yıllarda bana uzak gelen ve bir türlü ısınamadığım Jethro Tull soundu, yıllar içinde gelişen ve derinleşen rock ve metal zevkimle son on-on beş yılda tadına daha çok vardığım, üzerinde kafa yorduğum bir müzik oldu. Hatta her Jethro Tull dinlediğimde ve yarıda bırakmak istediğimde kendi kendime “Bak kızım yüce Iron Maiden, üstadlar Bruce Dickinson ve Steve Harris bu adamların hayranı ve müziklerinden çok etkilenmişler; haksız olamazlar, hadi dinlemeye devam.” deyip kendimi zorladığımı hatırlıyorum. Dün akşam Clasp, Living in the Past, Black Sunday gibi klasikleri dinlerken, progresif yürüyüşlerde yer yer Infinite Dreams, bazen The Rime, bazen de başka Iron Maiden şaheserlerinden bol bol çağrışımlar buldum ve grubun konser performansından kayıtlarından çok daha fazla keyif aldım. Zaten Iron Maiden müziğinde de folk elementlerini ve özellikle de kelt melodilerini bol bol duyuyoruz: bu bağlamda folk ve klasik müzik öğeleriyle zenginleşen Jethro Tull soundunda da benzer tınılar duymamız ve bu müziğin benim gibi Iron Maiden’la kafayı bozmuş dinleyiciye yabancı gelmemesi şaşırtıcı olmuyor. Özellikle grubun imza parçalarından biri haline gelmiş (ve zamanında kulunuzun da klasik gitarda çalabildiği) J.S.Bach Mi Minör Bourrée üzerine varyasyonlar, damakta hem caz doğaçlamaları hem de klasik müzik tadı bırakan eşsiz yorumlardan. Şovun başında ‘Progresif Rock Nedir?’ sorusunun cevabını ekranda geniş geniş veren Jethro Tull, türe imzasını atmış King Crimson, Yes, Genesis, ELP ve Renaissance gibi pek çok yüce grubu da hatırlatmadan geçmedi. Burada hemen müziklerinde progresif unsurları kullanarak progresif rock müziğin taşlarını döşemiş Beatles ve Pink Floyd’a da selam çakmayı ihmal etmeyelim.
Ünlü bir müzisyen arkadaşım bir Clubhouse Metal Oda yayında ‘Ben falan tür müziği anlamıyorum sevmiyorum’ diyen bir dinleyiciye (tabii iyi müzikten bahsediyoruz burada) -belli bir müziği anlamak, sevmek ve severek dinlemek emek ve çalışma gerektirir, müzik harcadığınız emek kadar size döner yoksa tabii ki anlayamazsınız- şeklinde bilgece bir söz söylemişti: ben de uzun yıllar önce ilk yaklaştığımda sıcak bulmadığım, anlaması zor gelmiş müzikleri çalışmayla ve müzik eğitiminde derinleşmeyle sever oldum; bu sebeple bu sözlere dibine kadar katılıyorum.
Grubun setlistlerinde en popüler parçaları ‘Thick as a Brick’e yer vermedikleri konser bütünüyle çok etkileyiciydi. Daha evvel de bahsettiğim gibi parçalarla senkronize olmuş video ve görselleri özellikle çok dinamik buldum. Sanatçılar artık sahne arka planında görsellere daha fazla yer veriyorlar çünkü malumunuz içinde yaşadığımız çağda görsellik çok ama çoook önemli. Tıpkı sahne performanslarının arkasına vurucu görseller ekleyen sevgili metalci piyanist Dengin Ceyhan ve bu yıl 50. İstanbul Müzik Festivali’ne konuk olan piyanist Alice Sara Ott’un video enstalasyonlu projesi ‘Echoes of Life’ gösterisi gibi. Özenle seçilmiş, müzikle ahenk içinde akan bu görseller, konser deneyimine yeni bir katman, ayrı bir heyecan ekliyor, müziğin üzerinde daha fazla düşündürüyor. Benzer bir hissi gözümün nurlarından eşsiz Philip Glass’ın “Mevsimler” projesini Gidon Kremer üstad yorumuyla İstanbul’da video enstalasyonları eşliğinde dinlediğimiz konserde de hissetmiştim.
Konserin bana en vurucu gelen bölümleri içten pazarlıklı görüntüleri ve sahtelik kokan tokalaşma sahneleriyle Trump ve Putin, Gorbachev ve Reagan, Merkel ve Putin görselleriyle bezenmiş ‘Clasp’ ve Ian Anderson’un grubun 40. Yıl kayıtlarının mix ve masteringine el atan, canımın içi prog metal üstadı Steven Wilson’dan bahsetmesi oldu. Steven Wilson ve Immersive Audio konulu, Steven’ın mix ve mastering becerilerini mercek altına alan yazıma da metaloda.com’da ayrıca göz atınız lütfen. https://metaloda.com/dokundugu-altin-olan-prog-metal-krali-steven-wilson/ Şimdi Clasp’in sözlerine bakalım yakından:
Synthetic chiefs with frozen smiles holding unsteady courses.
Grip the reins of history, high on their battle horses.
And meeting as good statesmen do before the T.V. eyes of millions,
Hand to hand exchange the lie pretend to make the clasp.
Donuk ve sahte gülüşleriyle sentetik liderler,
Dizginleri ellerinde tutup tarihe yön verenler,
TV’de iyi devlet adamları görüntüsü verenler,
Elleri ellerinde yalandan tokalaşır gibi yaparlar. (Serbest Çeviri: Metal Oda)
Ne kadar manidar değil mi?
Yahu ben bu gitarı Eric Clapton gibi çalamıyorum deyip kendini flüt enstrümanına adayan, flütle heavy metal / hard rock nasıl yapılır, çalınır, söylenir dünya aleme kanıtlayan, flüt enstrümanının ufkunu rock-metal dünyasına açan, ikonik ceketi ve imza duruşuyla adını rock tarihine altın harflerle yazdıran, 74 yaşında sahnenin bir ucundan öbür ucuna müthiş bir enerjiyle zıplayıp duran Ian Anderson’a ve grubu Jethro Tull’a bu eşsiz akşam için tekrar teşekkürler. İyi ki de flütü seçmiş: pek çok gitar ustası olabilir ama bir tane Ian Anderson var. Yaşasın Rock’n Roll yaşasın Metal!
©2021@metaloda
“Her hakkı saklıdır. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz. Başka yerde yayınlanamaz.”
Trackbacks & Pingbacks
[…] kurtarıp hepimizi terk etmeye hazır değiller mi? (Jethro Tull İstanbul konser yazısı için: https://metaloda.com/jethro-tull-istanbul-konseri/ […]
Comments are closed.