Porcupine Tree ’nin son albümü Closure/Continuation, bütün hayranlarını derinden etkiledi; çünkü progresif metal devinin 12 yıllık aradan sonraki ilk albümüydü. Açıkçası, bunun bir ara olduğunu kimse bilmiyordu.
Grubun beyni olan Steven Wilson, her fırsatta bir sanatçının ilerlemesi, hayranlar ne kadar eskiye bağlı olsa da gelişiminden taviz vermemesi gerektiğini söylüyordu. Bu sebeple Porcupine Tree ’ye dönmeyecekti, grup da o olmadan ilerlemeyecekti. Belki de, progresif rock/metal türünden uzaklaştığı sebebiyle eleştirilirken, Wilson aslında progresif müziğin özünü yansıtıyordu. Yine de bu 12 sene içerisinde grubu oluşturan kaliteli müzisyenlerin zekasına ve başarısına yeni bir şans vermiş olacak ki, 1 Kasım 2022 tarihinde “Harridan” adlı ilk single yayınlanmış oldu.
Albümün çıkış tarihi ile birlikte Porcupine Tree’nin 2022 yılının sonlarına doğru bir turneye çıkacağı da kesinleşmişti. Ben de sıkı bir PT hayranı olarak Türkiye’de konser olmayacağını gördüğümde hemen nerede katılabileceğimi düşünmeye başladım. PT konseri denilince aklıma ilk olarak unutulmaz “Anesthetize” performansının sergilendiği Tilburg geldi. Son ve muhtemelen en ihtişamlı konserin Wilson’un evi olan Londra’da olacağını düşünsem de, içimden bir ses Amsterdam konserinin kaydedilebileceğini söylediği için oraya gitmeye karar verdim.
(Porcupine Tree konserinden)
Nihayet 7 Kasım tarihine yaklaşıyorduk ve ben 2 vizemin arasında yola koyuldum. Amsterdam’ın hafif dışında kaldığı için trenle ulaştığım Ziggo Dome isimli konser alanına geldiğimde ilk gördüğüm şey “lütfen fotoğraf ve video çekmeyin, bu şov kaydedilecektir” yazısıydı. İç sesim doğru çıkmıştı; en sevdiğim ve geçen seneye kadar görmeyi hiç ummadığım grubun efsaneleşmiş konserlerinin birinde olacaktım.
Konsere gelecek olursak, yazmakta en çok zorlandığım yer burası olacak herhalde. Öncesi, ve sonrası ne kadar netse aklımda; konserin kendisi bir rüyaymış gibi geliyor. Tartışmasız dünyanın en iyi bateristlerinden biri olan Gavin Harrison’un ihtişamlı davul setini görünce ilk küçük çaplı kalp krizimi yaşadım. Kısa bir süre sonra Richard Barbieri synthesiser’ın başına geçip PT’nin kendine özgün melankolik ve uhrevi havasını konser alanına yaydı. Colin Edwin gruptan ayrıldığı için basta önceden Devin Townsend ile turlamış genç müzisyen Nate Navarro vardı; gitarda ise Lo-Fi Resistence projesi ile King Crimson, Tears for Fears, Joe Satriani gibi bir sürü grup ve müzisyen ile çalışma imkanı bulmuş Amerikalı gitarist Randy Macstine. Son olarak Steven Wilson elinde gitarı ve çıplak ayaklarıyla sahneye çıktı.
(Steven Wilson)
“Blackest Eyes” vurucu bir giriş yapıldıktan sonra C/C’nin single’ları sırayla çalındı. Albüm cesur bas riffleri ve sert soundu haricinde fazla aklımda yer edinmemişti; fakat canlı dinlemesi oldukça heyecan vericiydi. Ardından çalınan 99’daki ”Stupid Dream” albümünden “Even Less” parçası nostaljik bir hava yarattı. Hemen sonrasındaki “Drown With Me” ise 2010 Anesthetize turnesindeki gibi etkileyiciydi. Sonra belki de C/C’nin en duygusal parçası olan “Dignity” başladı. Ekranda gösterilen filmde yaşlı tabir edebileceğimiz insanların görüntüleri vardı. O görüntüler eşliğinde söylenen “Your dignity will never go” sözüyle birlikte gözlerimin dolduğunu hatırlıyorum.
Sound of Muzak çalmadan önce Wilson, bu şarkıyı yazarken müziğin geleceği hakkında ne düşündüğünden bahsetti. Müzik, fast food ve fast fashion gibi, kapitalizmin beslediği endüstrilerin elinde, yalnızca ticari bir nesneye dönüşecekti. Tiktok ve Instagram gibi platformlara uygun olmak üzere yalnızca “viral” olma çabasıyla üretilen “muzak”lara (müzik değil, muzak, yani asansör müziği) bakılırsa Wilson bir anlamda geleceği görmüştü. O an yaşadığım bütün duygular daha anlamlı bir hale geldi. Acaba bu tarz müziklerle beslenecek genç nesiller bir şeyler dinlerken benim şu an aldığım zevki tadabilecek miydi? Müzik artık hissetmekten çok hissizleşmeye mi yarayacaktı? Bilmiyorum, fakat yeni müzisyenler cesur olmaktan kaçınıp ticari başarı elde etmeye odaklandıkça bu kuvvetle muhtemel, ve de “no one cares enough”.
(Closure / Continuation)
Wilson “Lightbulb Sun” albümünden bir parça çalacağını anons ettiğinde çok sevindim. O albümün nostaljik 2000’ler havası beni hala bir çocuk olduğum güneşli sabahlara götürüyor. “Last Chance to Evacuate Planet Earth Before It Is Recycled” çalarken ekranda Heaven’s Gate isimli uzaydan gelip uzaya gideceğine inanan bir tarikatın liderinin görüntüleri vardı. Zaten, şarkının büyük bir kısmını tarikatın insanlara atfettiği bir monolog oluşturuyor. Steven’ın bu tarikatla ilgilenmesi beni şaşırtmadı, keza uzaydan gelmiş olabileceğini düşünüyorum…
C/C albümünün en vurucu parçalarından biri olan “Chimera’s Wreck”in gitarı girdiğinde ortamı ıssız ve soğuk bir hava kapladı. Steven’ın acı dolu sesi de eklenince tüylerimiz diken diken oldu. Derken sözler sert gitar ve bass riffleri ile headbang yapmamak imkansız bir hale geldi. Sonrasında 20 dakikalık bir araya uğurlandık.
Konserin bu yarısını “Fear of a Blank Planet” devri olarak adlandırmak istiyorum. Kendimden yola çıkarak çoğu hayranı en çok heyecanlandıran bölümün bu olduğunu sanıyorum. Barbieri albümün esrarengiz atmosferini alana yaydı, ve albüme adını veren şarkının başlamasıyla enerji bir hayli yükseldi. Sonlara doğru albümün temelinde yatan o hüzünlü frekansa döndük. Buradan “Buying New Soul”a geçiş oldukça yumuşaktı. Wilson akustik gitarıyla sahnede yerini aldı. Klasik bir rock balladına benzeyen bu şarkı boyunca açık denizde gibi sürüklendik. Klavye ve gitar soloyu kayıtlar yayınlanınca görmek için sabırsızlanıyorum. “Walk the Plank” ile C/C’ye kısa bir dönüş yaptıktan sonra “Sentimental”ın isminin hakkını veren duygu yüklü klavyesi başladı. O esnada yasak olmasına rağmen kısa bir video çekmekten kendimi alamadığımı itiraf etmek istiyorum. PT’nin incisi olan “Trains”in sonuna yapılan atıfla birlikte outro tüm salonun dağılmasına sebep oldu. “Herd Culling” distopik havası ve güçlü droplarıyla az evvelki melankolik havayı dağıttı. Sonra herkesin duymayı beklediği intro duyuldu.
“Anesthetize” benim için konserin en buğulu dakikalarıydı. 2010 Turnesinin adını veren bu parçanın Tilburg performansını o kadar çok izledim ki, tamamen zihnime kazılı olduğunu söyleyebilirim. Her sahnesini ezbere bildiğim bir filmi izler gibi hissedeceğimi düşünüyordum. Bunu engellemek için geçmişi unutup yalnızca anda kalarak yeni kulaklarla dinlemeye çalıştım parçayı. Kendimi yolculuğa teslim ettim ve gerçekten o anda kaldım. Hatırlamaya çalışsam da zorlanıyorum, belki de bir parçam ebediyen oradadır. Özellikle Gavin’in muazzam drum fill’lerine odaklanmak istemiştim ama ancak kayıtlar çıktığında görebileceğiz nasıl duyulduğunu :). Büyük bir alkış koptuktan sonra Steven akustiği eline aldı, ve “The Incident” albümünden “I Drive the Hearse” çalmaya başladı. Her zaman bu parçanın yeterli üne kavuşamadığını düşünmüşümdür, özellikle daha soft soundları sevenlerin bir şans vermesini öneririm. Randy’nin sondaki improvise solosu dinlemeye değer. “Sleep Together” ile tempo tekrar yükseldi, ve müzisyenler sahneden alkışlarla ayrıldı.
Bis yapıldıktan sonra Steven sürpriz bir şekilde “Collapse the Light into Earth”ü çalmaya başladı. Ona yalnızca Barbieri eşlik etti. Ve tabii ki biz seyirciler şarkıyı hep bir ağızdan söyledik. Bu parça yalnızca bu turnede canlı olarak çalınmış. Büyüleyici güzelliğiyle gözlerim bir kere daha doldu. Vurucu introsuyla “Halo” herkesi coştursa da en sevdiğim albümlerden biri olan “Deadwing”den yalnızca onun çalınması beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. Yine de live performansı stüdyo versiyonunu gölgede bırakacağa benziyor. Şunu da söylemeliyim ki Halo canlı çalarken dans etmemek imkansız.
Herkes son parçanın Trains olduğunu biliyordu ama kimse buna hazırlıklı değildi. Steven hiçbir hit parçası olmadığını, ama streamingindeki başarısından dolayı hit olmaya en çok yaklaşanın Trains olduğunu esprili bir dille vurguladıktan sonra, o efsaneleşmiş akustik gitar introsu başladı. Diğer enstrümanların girişine kadar salonun kalbinin tek bir yürek gibi attığını hissettim. Hem çok mutlu, hem de yakında biteceği için buruktum. Evet 12 senelik bir aranın, sonra da 1 senelik bir bekleyişin ardından buradaydım. En sevdiğim müzisyenler önümde, ve benimle bu duyguyu paylaşan binlerce insan yanımda. Tek yürek olarak el çırptık, ve söyledik:
“When I hear the engine pass, I’m kissing you wide
The hissing subsides, I’m in luck
When the evening reaches here, You’re tying me up
I’m dying of love…”
Evet çok şanslıydık, müziğe ve birbirimize karşı çok sevgiyle doluyduk, az sonra da bitecekti ama:
“… It’s OK!”
Işıklar birkaç saniyeliğine kapandıktan sonra bütün enstrümanlar tüm gücüyle girdi ve outro yapıldı. Steven, Richard, Gavin, Nate ve Randy ile teker teker ve bir arada selamlaştık, sevgilerimizi ilettik. Ses kesildiğinde ve ışıklar açıldığında herkes vurgun yemiş gibi bir süre öylece kaldı. Artık yoldaşım diyebileceğim seyircilerle birbirimize bakıp gülüştük, ve usulca salonu terk ettik. Trene bindiğimde müzik dinlemedim, yalnızca parıldayan rayları gülümseyerek izledim.
Son sözler olarak şunu söyleyebilirim ki, müzik her türlü yolculuğa değer. Şartlar zor olsa da böyle anlar paha biçilmez. Gittikçe daha ulaşılabilir olan müzik dinleyebilme eylemi böyle anıların oluşmasının önünü kapatıyor. Müzik her koşulda çabalamaya değer: yapan için de, dinleyen için de (İçime Steven mı kaçtı ne?!).
PT Spotify’dan dinleyince bambaşka, Youtube’daki live versiyonlarda bambaşka, canlı izleyince bambaşka olan bir grup. Son albümün isminin CONTINUATION/CLOSURE değil de CLOSURE/CONTINUATION olması PT’nin geleceği için beni umutlandırıyor. Son olsun ya da olmasın, bu konser de diğerleri gibi efsane oldu. Eğer siz de yazdıklarımı tatmak istiyorsanız 8 Aralık’ta satışa çıkarılacak olan C/C Amsterdam konser filmini kaçırmayın derim. Satışı PT’nin orjinal sitesinden takip edebilirsiniz:
Şimdiden iyi seyirler!
Metal Oda ‘nın Notu: metaloda.com da Steven Wilson güzellemelerimiz devam edecek!
©2023@metaloda
“Her hakkı saklıdır. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz. Başka yerde yayınlanamaz.”