Zürih Balesi’nden “Anna Karenina”, Hülya Aksular Sanat Atölyesi’nden “Umut”

25 Haziran’da Devlet Opera ve Balesi sanatçısı ve Hülya Aksular Sanat Atölyesi Bale Bölüm Başkanı  sevgili Ayşe Yumak Kıran’ın davetlisi olarak Hülya Aksular Sanat Atölyesi yıl sonu gösterisini izledim.  Yürekle dans etmek nasıl oluyor derseniz, Türk Balesi’nin duayeni Hülya Hanım’ın öğrencilerini sahnede görmek, anlamak için yeterli.

Seyirciye kolay ya da çabasız gibi gözüken bale sanatının arkasında kan, ter, gözyaşı ve emek ama çoook emek var: sanatçının mahareti de işte tam olarak bu emeğin, sahnede yerçekimine karşı koyarak, sanki çok kolaymış izlenimi vermesinde yatıyor.

Bütün o jumplar, pirouetteler, ne kadar çabasız gözükürse, sanatçının emeği de o kadar büyük: sanatta akıcılık ve doğallık eşittir inanılmaz bir disiplin ve çalışma çünkü…Büyük bir bale yıldızı, aklımda doğru kaldıysa Nina Ananiashvili ile ilgili bir yapımda şöyle bir söz vardı: “Bale sanatçısının kariyerindeki her öğretmen, tıpkı ham elması tek tek attığı kesiklerle işleyip pırlantaya dönüştüren mücevher ustası gibi, sanatçıda kendi izini bırakıp bu dokunuşlarla ışıl ışıl parlamasını sağlar.”

Anaokulu çağında yetiştirip konservatuvarlara armağan ettiği, dünyanın en önde gelen bale okullarına kabul edilen, cımbızla seçilen Hülya Aksular Sanat Atölyesi öğrencileri bale sanatçılığı yolunda çok ama çok sağlam adımlarla ilerlemekteler. Atölye, yıl sonu gösterilerinin teması olarak umudu belirlemiş; davetiyede okulun kıymetli eğitmenleri umut konusunda düşüncelerini kaleme almış. Benim en çok Ayşe Kıran’ın yazısındaki Joseph Joubert’in “Umut, mutluluktan alınmış bir borçtur.” sözü hoşuma gitti. Gerçekten de karanlıklara savrulduğumuz şu son üç yıl içerisinde sadece umutla yaşamadık mı? Özellikle sanatçılar pandemide çok yara aldı: birlikte çalışmaları şart olan büyük orkestralar, oda orkestraları, opera ve bale sanatçıları çok zor günler yaşadı. Ancak umut ve sanata bağlılık onları formda tuttu: pandemi süresince evlerinde çalışan müzisyenleri ve sanatçıları bizler de sosyal medya sayfalarından takip ettik; Vadim Muntagirov minnacık salonunda tour en l’air çalışırken başını alçacık tavanına çarpacak diye heyecanlandık; Daniil Simkin’in esprili pandemi videolarına güldük, dünyanın önde gelen opera ve bale kumpanyalarının seyircisiz online temsillerini kaçırmadık, bu karanlık dönemlerde bu güzel gösterilerle teselli bulduk.

Metal Oda’da balenin ne işi var diyenlere “Amorphis’ten Sibelius’a: Tuonela’nın Kuğusu” başlıklı müzik yazımı okumalarını tavsiye ediyorum (link için tıklayınız: https://metaloda.com/death-metal-amorphisten-sibeliusa-tuonela-halo-album-incelemesi/) çünkü Metal Oda ’nın geçmişinde müzik kadar bale de var: Sait Sökmen’in Bale Sanat Merkezi’nde ve başka özel bale okullarında ter dökmüş, çocukluk ve ilk gençlik yılları baleyle şekillenmiş biri olarak tutkunu olduğum bu sanat dalı konusunda da kelam etmek hoşuma gidiyor. Pandemi dönemi ve sonrasındaki yeni tutkum Clubhouse’ta Clubhouse Metal Oda, Güzin’s Radio Channel ve The Pointe Club adlı üç kulübüm oldu: her hafta düzenli yayın yapan Metal Oda’da metal müziği, Guzin’s Radio Channel’da Fransız şansonlarından Hollywood müzikallerine çok değişik türleri, üyeleri bale sanatçılarından ve müzisyenlerden oluşan The Pointe Club’da ise bale sanatını mercek altına aldık; her yıl Dünya Dans Günü ve Dünya Bale Günü gibi etkinlikleri birlikte kutladık.

Bu yıl 50. Yaşını kutlayan İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) ellinci yıl özel gösterilerinden Anna Karenina Balesi’ni 27 Haziran’da  Zorlu PSM’de seyretme fırsatı buldum. (İstanbul Müzik Festivali’nin 50 yılı konulu yazıma linkten ulaşabilirsiniz:https://metaloda.com/istanbul-muzik-festivali-50-yasinda/) İsviçre’nin en büyük profesyonel bale topluluğu Ballett Zurich’in (Zürih Balesi) görkemli prodüksiyonu, gerek kostüm ve dekoru, gerekse çağdaş koreografisiyle göz doldurdu. Bale sanatının kraliyet tacı Benois de la Danse ödüllü sanat direktörleri Christian Spuck’un koreografisi ve sahne tasarımıyla parlayan eser, aşkı ve toplum baskısı arasında felaketine sürüklenen sosyetik Anna Karenina’nın hikayesini anlatır. Lev Tolstoy’un bu ünlü romanında, evliliğinde mutsuz Anna ile Kont Vronsky’nin yasak aşkı mercek altına alınırken, 19.yüzyıl Rus toplumunun da sosyolojik bir fotoğrafı çekilir. Romanda mutlu evlilik ve örnek aile hayatı Levin-Kitri çiftiyle idealize edilirken, toplumca kınanan Anna-Vronsky çifti yazar tarafından cezalandırılarak, işte bakın sayın okurlar; eğer  kadınlar Anna gibi tutkularının peşinden giderlerse sonları da tıpkı onun gibi kötü olur mesajı verilir. Bugünün modern toplumunda bile aldatan erkek sineye çekilirken aldatan kadın cıkcıklanıp bayağı kadın muamaelesi görmüyor mu? Toplumların boşanmış erkeklere bakışıyla boşanmış ya da bekar kadınlara bakışı bile farklı. Tolstoy’un bu ünlü eserinde psikolojik durumu ve düşünceleri derinlemesine işlenen, özgürlüğünün bedelini canıyla ödeyen Anna karakteri benim edebiyat tarihinde en sevdiğim kadın karakterlerdendir. Bugün hala toplumların kadına bakışı konusunda Anna’dan günümüze ancak bir arpa boyu yol gidilmiş olması da acıklı bir durumdur kanımca. Zürih Balesi’nin Anna Karenina’sına geri dönersek, ben sahnedeki sinematografik anlatımı çok etkileyici buldum. Hareket eden dinamik platformlar, kah at yarışı tribününe, kah tren garına dönüşürken, hikaye, fondaki perdede hareketli imgelerle desteklenmiş. Balenin tamamında kostüm ve dekordaki ağırbaşlı ve karanlık tonlardaki renk bütünlüğü esere ilave bir drama katmış. İhtişamlı uzun tütüler ve görkemli şapkalarla Tolstoy’un hikayesi sahnede mükemmel şekilde desteklenmiş. Anna Karenina balesine Sergei Rachmaninov, Witold Lutoslawski, Sulkhan Tsintsadze ve Josef Bardanashvili’nin müzikleriyle hayat verilmiş. Günümüzün yıldız koreografları Crystal Pite, Wayne McGregor, William Forsythe, Douglas Lee, Mats Ek ve daha pek çok ünlü koreografın iş ürettiği Zürih Balesi’nin Anna Karenina’sını ben beğendim. Yer yer sinetamografik anlatımını ve etkisini dansın önüne geçmiş bulsam da, bir bütün olarak etkileyici buldum. Burada adı geçmişken 2016 tarihli “The Statement” eseriyle yepyeni bir bale ve dans dili yaratarak bendenizi şaşkına çeviren bol ödüllü Kanadalı genç koreograf Crystal Pite’ın bahsettiğim eserine ve yine Pite’ın bu sene İstanbul Tiyatro Festivali’nde online seyrettiğimiz Betroffenheit ve Müfettiş adlı eserlerine de göz atmayı sakın ihmal etmeyin diyorum. Sözlerimi bitirir ve tüm bale sanatçılarımızı selamlarken, Türk balesinin ve sahnelerdeki Türk kadınının yolunu açan Ata’mızı sevgi, saygı , rahmet ve minnetle anıyorum.

Sanatla, müzikle kalın.

©2021@metaloda
“Her hakkı saklıdır. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz. Başka yerde yayınlanamaz.”