Blind Guardian senfonik power metal grubu, The God Machine Tour kapsamında 5 Kasım 2023 tarihinde Zorlu PSM’de unutulmaz bir konser verdi. Metal müzik severlerin hıncahınç doldurduğu Turkcell sahnesinde The Bard’s Song hep bir ağızdan söylendi. Şimdi Adya Ahu Kaya’nın anlatımıyla Orta Dünya’nın Ozanları Blind Guardian ve İstanbul konserini dinliyoruz:
5 Kasım 2023, inanılmaz yorgun bir günün akşamında Zorlu Performans’ta, kapalı gişe bir konserde, yıllar sonra yeniden Orta Dünya’dan bir şarkıya canlı canlı eşlik ederken buldum kendimi; The Bard’s Song…
Now you all know
The bards and their songs
When hours have gone by
I’ll close my eyes
In a world far away
We may meet again
But now hear my song
About the dawn of the night
Let’s sing the bards’ song
Ortaokul yıllarıydı, Yüzüklerin Efendisi serisini yeni bitirmiş, bedenim burada, ruhum Orta Dünya’da geziniyordum. Bu gezinti uzun yıllar devam etti, lisede Tolkien’in diğer hikayeleriyle de tanıştım. Daha sonra edebiyat, müzik, sinema üçgeninde evrilen ergenliğim sürecinde, içimi coşkuyla dolduran bir şarkı dinledim ve hayatım değişti: Bard’s Song. Ve bu şarkı vesilesiyle tanıştım Blind Guardian ile. Ardından “Lord Of The Rings” geldi. Hayallerimi, ruh halimi, içinde yaşadığım hikayeleri daha iyi anlatan başka bir melodi olamazdı. Hikayesi olan şarkıları ve o şarkılardaki epik tadı hayallerimin de ötesindeydi. Biraz mitoloji, biraz Orta Çağ hikayeleri, biraz Lord Of The Rings ile ilgilendiğim bir dönemde Blind Guardian’ı dinledikçe hayranlığım da tavan yapıyordu. Yıllar sonra kendilerini canlı canlı izleme fırsatı yakalayacak, ozanların şarkısına eşlik ederken başka diyarlara yolculuk yapacaktım.
(Arwen ve Aragorn)
İlk albümlerinden başlamak üzere, tüm albümlerinde J.R.R. Tolkien ve diğer fantastik edebiyat yazarlarının etkisi bolca görülen, şarkı sözlerinde mitolojik unsurlar ve efsanelere de bolca rastlanan Blind Guardian, 1985 yılında Almanya’nın Krefeld kasabasında ilk olarak “Lucifer’s Heritage” ismi ile kurulur. Yaptıkları ilk demo “Symphonies Of Doom” ile tanınmaya başlayan grup, ikinci demoları “Battalions Of Fear” ile büyük bir çıkış göstererek No Remorse Records ile bir anlaşma imzalamayı başarır ve bu anlaşma ile birlikte ismini Blind Guardian olarak değiştirir. Grup 1988’de Battalions of Fear’ı, hemen ardından da ikinci albümleri Follow The Blind’ı çıkartarak power metalin temsilcileri arasında anılmaya başlar. İlk yükselişini üçüncü albümleri Tales From The Twilight World (1990) ile yapan Blind Guardian, bu albümün başarısı üzerine dünyanın en büyük plak şirketlerinden olan Virgin Records ile anlaşır ve 1992 yılında çıkarttıkları Somewhere Far Beyond ile bir anda tüm dünyada tanınan ve bilinen bir grup haline gelir. Albümdeki The Bard’s Song’un konserlerde yarattığı etki, “Bir şaheser yazdığını, sen ne kadar yüksek sesle söylesen de kalabalık senden daha yüksek söylediğinde anlarsın.” yorumunun hakkını fazlasıyla verir.
Operatik vokaller
Koro ve orkestral düzenlemelere ağırlık verilen beşinci albümleri Imaginations From The Other Side ile birlikte müzikleri daha karmaşık bir hal alır ve grubun çalışmaları senfonik power metal türünün örnekleri arasına girer. Bu albümle Metallica ’nın en iyi albümlerinin prodüktörlüğünü yapmış olan Flemming Rasmussen ile çalışan grup ortaya muhteşem bir sound çıkarır. Grubun dünya çapında üne kavuşması, Avrupa ve Japonya turnelerinden sonra gerçekleşir. Bu albümden bir yıl sonra da Queen, Mike Oldfield vb. grupların cover parçaları ile kendi bazı parçalarının akustik versiyonunun da yer aldığı Forgotten Tales adlı bir albüm daha çıkaran grup, bu şekilde hayran kitlesini daha da arttırır. Metal müzik alanında en iyi vokalistlerden biri olarak görülen Hansi Kürsch operatik vokalleriyle Blind Guardian’ın başarısında büyük pay sahibi olur.
Silmarillion müzikle hayat buluyor
Blind Guardian, ilk baştan aşağı konsept albümü olan, sözlerini tamamen J. R. R. Tolkien’in “Silmarillion” adlı romanın oluşturduğu, prodüktörlüğünü Flemming Rasmusen’in yaptığı, Nightfall in Middle Earth albümü ile 1998 yılında müzikal patlama yapar, tüm rock listelerine ilk sıradan girer ve aynı zamanda albüm çıkaran Dream Theater, Iron Maiden, Aerosmith gibi ünlü grupları geride bırakır. (Metal Oda’nın notu: ünlü neo-progresif rock grubu Marillion, adını Tolkien’in Simarillon kitabından almaktadır.)
Bu albüm sonrası tam 4 yıl boyunca sessiz kalan grubun adı, Yüzüklerin Efendisi filminin müzikleri için de anılmıştı ve yıllarca Yüzüklerin Efendisi’ni beyazperdede izleme hayali kuran ben bu dedikodu ile inanılmaz heyecanlanmıştım. Fakat yönetmen Peter Jackson engeli sebebiyle, ben ve benim gibi pek çok hayranın hevesi kursağında kalmıştır.
2002 yılında yedinci stüdyo albümü olan A Night At The Opera’yı çıkaran Blind Guardian, çıktıkları dünya turu kapsamında tüm festivallere headliner grup olarak katılır. 2005 yılına kadar geçen 20 yıllık süreç boyunca, çizgilerini değiştirmeyen grupta bazı anlaşmazlıklar sonucu davulcu Thomen Stauch gruptan ayrılır, yerine Frederik Ehmke dahil olur. Grup 2015 yılında Beyond the Red Mirror, 2019 Kasım ayında piyasaya sürdüğü Legacy Of The Dark Lands albümüyle metal müzikteki varlığını sürdürmeye devam eder.
(Blind Guardian)
Daha az orkestra, daha çok metal
“Twilight Orchestra: Legacy of the Dark Lands” üzerinden geçen 3 yılın ardından Blind Guardian yeni bir döneme girer ve Hansi bu yeni dönemini şöyle tasvir eder; “Son 2 albümün orkestra yönününü daha fazla ilerletemeyeceğimizi biliyorduk. The God Machine’i kaydederken yol haritamız açıktı ve kafa yordukça her zaman daha iyiye gitti. Daha az orkestra etkisi, daha çok metal istedik. Yeni albümde güçlü korolar hala var ama daha seçici ve temaya odaklı bir şekilde kullandık.”
Blind Guardian ve yapımcısı Charlie Bauerfeind grubun özünü tekrar gün yüzüne çıkarmayı hedefledi. The God Machine agresif, dinamik ve sinematik anlar barındıran kompakt bir albüm olarak son şeklini aldı. Blind Guardian’ın geçmişi ve bugünü arasında köprü kuran albüm, bu bağı öyle dengeli bir şekilde kuruyor ki karmaşıklık, belirsizlik gibi durumları ortadan kaldırıyor. Hansi Kürsch grubun tarzı hakkında şu açıklamayı yapıyor: “90’lardaki niteliklerimizi direkt yeniden şekillendirmek istemedik. O yol çok karmaşık ve sonsuza kadar devam ettirmemiz mümkün değil. The God Machine bizim için temiz bir sayfa oldu. Yeni bir rota çizdik ve birkaç albümdür ihmal ettiğimiz şeylere geri döndük.”
Hansi Kürsch ve André Olbrich son albümdeki şarkıların iskeletini oluştururken, hemen her Blind Guardian albümünde olduğu gibi yazarların etkisi yine fazlasıyla hissediliyor. Albümde Neil Gaiman’ın American Gods’ı, Brandon Sanderson’ın Stormlight Archives’ı ve The Witcher romanlarından esintiler yer alıyor.
Tema çeşitliliği sunan God Machine albümü; modern cadı avlarını, savaşı ve Hansi’nin annesinin ölümünü konu alıyor. “Violent Shadow” da acımasız thrash riffleri ve davullar şok etkisi yaratıyor. “Secrets Of The American Gods” ise “Nightfall In Middle Earth”ten bu yana en seçkin destanlardan biri olarak albümdeki yerini sağlama alıyor.
5 Kasım gecesine dönecek olursak; büyük prodüksiyonlu sahne şovlarına gerek duymadan, böyle dümdüz sadece çalıp söyleyerek hikayelerini anlatan bu ozanların, 40 yıl sonra bile, üstelik bence metalheadlere hiç uygun olmayan bir sahnede salonu hınca hınç doldurmuş olmaları takdire şayan… İlk albümlerinden beri fantastik edebiyatla iç içe olan Blind Guardian, Almanya’dan Orta Dünya’ya açılarak kulaklarımızın pasını silerken, benim de Müzikal Top 10’umdaki yerini korumaya devam ediyor. Bana da ozanların asla eskimeyecek olan şarkılarını söylemeye devam etmek düşüyor.
Yarın bizi alıp götürecek
Evden uzak bir yere
Hiç kimse bizim isimlerimizi bilmeyecek
Ama ozanların şarkıları var olacak
Yarın hepsi bilinecek
Ve sen yalnız değilsin
Bu yüzden korkma
Karanlıkta ve soğukta
Çünkü ozanların şarkıları var olacak
Hepsi var olacak
Düşüncelerimde ve düşlerimde
Onlar hep aklımda…
Bu hobbitlerin şarkıları, cüceler ve insanlar
Ve elfler gözlerinin yakınına gelir
Onları da görebilirsin
©2024@metaloda
“Her hakkı saklıdır. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz. Başka yerde yayınlanamaz.”