Erythrocyte grubunun vokali ve Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Müzik Bilimleri doktora öğrencisi Şeyma Sever ile yüksek lisans tezini konuştuk. Şeyma’nın müzik kariyeri dışında akademik çalışması “Sapkınlık ve Suç Bağlamında Metal Müziğin Antagonist Kodları” başlıklı yüksek lisans teziyle ilgili yaptığımız görüşmenin tam metnini sunuyoruz:

Özgür / Metal Oda: Tez konusuna karar verme, kavramsal çerçeve, alan çalışmaları, süreci nasıl başladı? Bu karar verme süreci nasıl aklına geldi?  Tez sürecince bunu yazarken başına neler geldi?
Konuya karar verme süreci çok eskilere dayanıyor. Ortaokuldayken Marilyn Manson sayesinde bu müzikle tanıştığımda orada bir şeylerin farklı olduğunu zaten anlamıştım. Çok grotesk bir sanat vardı karşımda, görsel olarak olsun, müzikal olarak olsun, sözel olarak olsun. Şok olmuştum açıkçası.

(Erythrocyte ve Şeyma)

Çoğu Türk genci gibi o dönem İslami üsullerle yetiştirildiğimiz için birden bu tarz bir şey görmek o an kabul etmesem de çok ilgi çekiciydi. Bu müziği daha da araştırmaya yönelik bir arzu duydum. Daha sonra Güzel Sanatlar Lisesinde extreme metal dinlemeye başladım. Bir ara bi müzikolog gelmişti okulumuza, her ne kadar disiplin hakkında çok fikrim olmasa da orada “ben belki de bu müziği çalışabilirim sonuçta böyle şeyler oluyormuş” dedim. Etnomüzikoloji’nin varlığından falan da haberim yok yani o aralar. O müzikolog sayesinde “müzik de araştırılabilen bir şey ise, o zaman belki de metal müziği araştırabilirim” şeklinde düşünmeye başladım.

Suç ve Metal Müzik

“Başından itibaren Triton’un akustik olarak rahatsız edici tınısından ötürü “diabolus in musica” olarak adlandırılmasından şeytanlı metal müziğin ortaya çıkmasına kadar. Fark ettim ki burada kocaman bir külliyat var.”
Bu konulara yani suç ve metal müziğe bu kadar spesifik bir şekilde çalışmaya başlamam da lisanstaki popüler müzik dersiyle oldu. Akdeniz Üniversitesi’nde okuyordum o dönemde, lisans ikinci sınıf olması lazım. Aynı zamanda sonradan danışmanım olan Prof. Dr. Gökmen Özmenteş o dönem etnomüzikolojiye yönlenmemde çok etkili olmuştu. Kendisinin okuttuğu Popüler müzik dersinde bize bir ödev vermişti, “popüler müzik tarihindeki sansasyonel olayları seçin, bulun, getirin, bir sunum yapın” dedi. Orada bir örnek verdi: Sezen Aksu, Yıldız Tilbe olayı, Uzay Hepari falan. Uzay Hepari’nin ölümü, karanlık bazı noktaların oluşu… Benim kafamda böyle bir “evraka moment” oluştu ve dedim ki ben de Mayhem‘i çalışayım. Sonuçta küçüklükten beri hikayelerini internette, forumlarda okuyoruz, görüyoruz, Metal Meme sayfalarında sürekli denk geliyor.
O dönemde sanırım Lords of Chaos filmi yeni yeni böyle çıkmış mıydı, revaçta mıydı hatırlamıyorum. Oturdum filmi detaylıca izledim. Sonra fark ettim ki her ne kadar senaristler bunu kabul etmese de bu film aslında bir kitaptan uyarlama. Aynı isimde hem de… Michael J.Moynihan ve Didrik Søderlind adında, yazar ve gazeteci olan iki adamın iş birliğinde yazılmış bir kitap. Bu kitaba da bir bakayım, oraya da bakayım, buraya da bakayım derken işte böyle en başından itibaren Triton’un akustik olarak rahatsız edici tınısından ötürü “diabolus in musica” olarak adlandırılmasından şeytanlı metal müziğin ortaya çıkmasına kadar. Fark ettim ki burada kocaman bir külliyat var.

Sonra lisans son sınıfta bitirme projesinde Metal müzik ve suç çalışmak istedim. Daha önce Mayhem çalıştığım için bu kültürün içerisine entegre olduğunu bildiğim sapkınlık, suç gibi fenomenleri biraz daha incelemek istediğimi keşfettim. O dönemde de lisans bitirme projemde, yine metal müzik üzerine, “Suç ve Müzik Bağlamında Metal Scene: İzmir Örneği” başlığı altında çeşitli katılımcılarla çalıştım. Aslında bu benim yüksek lisans tezimin bir ön aşaması gibiydi. Yine detaylıydı, bayağı uzun sayfalarca yazmıştım ama teorik anlamda daha sınırlıydı.
Yüksek lisansta da Gökmen Hoca’ danışmanım oldu. Eleştirel bir akademisyendir kendisi de. Beni cesaretlendirdi. Ben de daha sansasyonel konulara, Türkiye’de insanların çalışmaya cesaret edemeyeceği konulara girişmek istedim -ki zaten yakın zamanda Sarinvomit’le ilgili tutuklama olayları oldu falan- bu konulara akademik anlamda da değinilmesi gerektiğini düşündüğümden ötürü giriştim.

Black Metal Cinayetleri
Bu süreç içerisinde çok zorlandığım da oldu. Çünkü bir kere olay örgüsünü iyi örüntülemek gerekiyor. Hangi olay neyden sonra geliyor? Çok entegre her konu birbirine. Bu da bir problemdi benim için. O yüzden açıkçası bulguları nasıl yorumlayacağım? Kavramsal çerçeveyle bulguları nasıl ilişkilendireceğim? diye çok düşündüm.

(Bir kriminel olarak Faust)

Mesela kavramsal çerçevede bir yerde dinden bahsetmek zorundayım. Ama Blasphemy bölümünde kavramsal çerçeve bittikten sonra bulgular bölümünde yine aynı şeylerden bahsetmek zorundayım falan. Bu anlamda olay örgüsü beni biraz zorladı açıkçası.
Mesela Emperor’dan Faust’un işlediği Magne Andreassen cinayeti Jon Nödtveidt’in Keillers Park cinayetine ilham oluyor. Bunu iyi sıraya sokmak gerekiyor. Bu anlamda biraz problem yaşadım. Hatta biraz da korkmadım değil. Ama mümkün olduğunca eleştirel, objektif olmaya çalıştım. Bu müziği kendim de dinlediğim için. Bu anlamda en zor kısmı da bence objektif olabilmek. Hem bu müziği övmemem gerekiyor hem de gömmemem gerekiyor. Arada bir denge oturtturmak da zordu.

Özgür / Metal Oda: Yani oldukça objektif gördüm. Sadece olguları anlatmışsın ve literatürle ilişkilendirmeye çalışmışsın. Sonuç bölümünde biraz yorum vardı gördüğüm kadarıyla. Ama onun dışında ben öznel görüşlerine çok yer verdiğini görmedim. Senin kavram anahtarın sapkınlık ve suç. Bunların arasındaki ilişkiye bakmışsın. Bunu biraz açmanı isteyeceğim. Sapkınlık normalin dışına çıkmak mıdır? Bauman’dan bir alıntın vardı. Sapkınlık tartışması bir modernite tartışması mıdır?
Sapkınlık ve suç dediğimiz şeyi en temelde hukuk kuralları ile ayırt edebiliriz. Çok yüzeysel bir tanım olacak ama bir kere suç olması için bir hukuk kuralının olması ve onun ihlali olması gerekiyor. Bir davranışı hukuken suç olarak nitelendirmek gerekiyor ya da kabile hayatına atıf yaparak konuşacak olursak da yazılı olmasa bile çoğu toplumun net kuralları vardır. Bunların ihlali sonucunda bir cezalandırma olması lazım.
Suç ve sapkınlık arasındaki temel şey belki de ceza olabilir. Ben tabi kriminolog olmadığım için çok net tanımlar yapmaya da çekiniyorum. Ama benim bulgularıma ve kavramsal çerçeveme yönelik konuşacak olursak sapkınlık daha çok normların ihlali ya da normların dışına çıkmaya meyilli davranışları olan insanların etiketlenmesi aslında. Ve bu kesinlikle modern bir şey değil. Sapkınlık modern bir olgu değil. İnsanların komün hayatta belli normlar belli kurallar etrafında yaşaması ve bunların ihlali çok eskilere dayanıyor. Zaten bunu kutsal metinlerde de görebiliyoruz. Mitolojilerde de görüyoruz.
Günümüz şartlarında bir davranışı suç kabul edebilmek için ise bir hukuk sistemi ve ceza sistemi olması lazım, bir yargıya, bir infaza varması lazım. Zaten kavramsal çerçevemde de bunu anlatmıştım.

“Bauman konusuna gelecek olursak da biz metal müzik çalışıyoruz ve açıkçası biraz daha postmodern bir dönemde olduğumuzu söyleyebiliriz ya da Bauman’ın tabiriyle akışkan, çoğu düşünürde de bu akışkan tutumu görebiliyoruz. İdeal bir birey ve toplum vurgusu, ideası vardır modernitede.Bu anlamda günümüz perspektifinden özellikle metal müzik gibi kent kültürü, kent sosyolojisiyle alakalı, alt kültürlerle alakalı bir konuyu çalışıyorsak bence Bauman’a atıf yapmak bu anlamda faydalı. “
Tanımlamak gerekirse modernitenin üzerine inşa edilmiş ya da modernitenin ötesi şeklinde ifade edebileceğimiz bir kavram postmodernite… Dolayısıyla Bauman da akışkanlığı vurgulamak üzere modernitenin katılığını vurgular ve “bahçe kültürü” olarak isimlendirir mesela. Bitkilerin tıpkı kültür bitkileri ve ayrıştırılacak, kesilecek, biçilecek o yabani otlar gibi ayrıştırılması gibi insanların da modernite tarafından ikiye ayrıldığını savunuyor, ki burada aslında sapkınlığa biraz göz kırpıyor diye düşünebiliriz.
Modernitede İnsanların belirli kolektif amaçlar uğruna işlevsel olarak birleştiğini görürürz -ki bu genelde ideolojik bir temel üzerine inşa edilmiştir. Zaten holokostu da Bauman buradan yorumlar. Aryan ırk, çalışma kültürü, milliyetçilik, sisteme bağlılık, ideolojiler… İdeal bir birey ve toplum vurgusu, ideası vardır modernitede.
Sapkınlar, “suça meyilli insanlar”, gettolar, Bauman perspektifinden bakarsak bahçe kültürü analojisindeki yabani otları andırıyor. Yolunması gereken, ıslah edilmesi gereken, kültür bitkilerine dönüştürülmesi gerekenler olarak. Bu anlamda günümüz perspektifinden özellikle metal müzik gibi kent kültürü, kent sosyolojisiyle alakalı, alt kültürlerle alakalı bir konuyu çalışıyorsak bence Bauman’a atıf yapmak bu anlamda faydalı. Çünkü tektipçi anlamda ideolojik bir şey değil metal müzik. Tabi ki farklı ideolojiler barındırıyor içerisinde ama bir karşıt kültürü, bir isyanı, sisteme, ideolojilere karşı bir duruşu temsil ediyor aslında. Hatta o kadar karşıt ki kendi içerisinde de yer yer kendi kendine de karşıtlık oluşturuyor… Zaten antoganizm kavramıyla ben bunu açıklamak istedim. “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” gibi metal müzikte tutarlı olan şey antagonizm. Metal müzikte ideal birey anlayışına bir karşı duruş sergilediği için modernitenin birey ideasından açıklamak istedim.

 

Suç, Kriminoloji ve Suça Sürüklenme Hakkında

“Buradan devamla tezin içerisinde sapkınlık suç meselesiyle ilgili antropolojik kriminoloji ve sosyal inşa diye iki kavram çıkıyor karşımıza. Bunların arasındaki farktan söz etmek gerekiyor. Ben tezin bu bölümünü okurken aklıma bu suça sürüklenen çocuk tartışması, Minguzzi davası geldi. Eğer istersen Minguzzi davasıyla da anlatırsan bize bu antropolojik kriminoloji ve sosyal inşa meselesini güncel de olur.”
Ben Minguzzi davasında, “suça sürüklenen çocuklar” tartışmasında direkt kendi tezimi hatırladım zaten. “Ben burada bunları-bunları yazmıştım. Acaba şu an hala aynı şekilde düşünüyor muyum?” diye sordum kendime. Aslında temelde hala aynı şekilde düşünüyorum.
Etiketleme kuramı salt doğrudur gibi bir yerden bakarak söylemiyorum bunu.


Ama şu bir gerçek ki suça sürüklenen çocuklar meselesinde bu çocukları suça hazırlayan politik, sosyoekonomik bazı faktöreler var. Elbette üst sınıftan çocuklar da suça sürüklenebilirler-suç öyle belirlenmiş şartlar altında oluşur diye bir şey de söz konusu değil öyle olsa zaten suçu oluşmadan öngörebilirdik. Ancak burada önemli sosyoekonomik ipuçlarıolduğunu kabul etmek gerek.
Zaten etiketleme kuramı etiketlerin kaçınılmaz şekilde suçla sonuçlandığını falan vurgulamaya da çalışmıyor. Etiketleme, suça sürüklenmede sosyal etiketlerin rolünü vurguluyor. Bu çocuklar nasıl bu hale geldiler, bu içlerinde bulundukları sokak kültürü neyi temsil ediyor, bunları inceliyor? Burada suçlanması gereken şey tabi ki en başta suçlular. Bu konuda kesinlikle bir problem yok, cezalarını çekmeleri gerekiyor her ne olursa olsun. Sonuçta aynı şartlardaki başka çocuklar da bunu yapabilirlerdi ama yapmıyorlar, peki neden? İşte bunlar hep incelenmesi gereken noktalar. Etiketleme de bu noktada aydınlatıcı olabilir.

Özgür / Metal Oda: Anladığım kadarıyla bu antropolojik kriminoloji daha stereotipler üzerinden hareket ediyor ama sosyal inşa, çevresel faktörlere dayanıyor. Sosyal inşa konuyu toplumsallaştırdığı için özgür irade dediğimiz şeyi mi tartıştırıyor?
Bu çocuklar elbette bu koşullara maruz kaldılar ama suç işleyip işlememek nihayetinde onların kararıydı. Biz yine de “özgür irade” diye sınırlandırmayalım çünkü bu ifade çok felsefi bir derinleşme gerektirecektir. Ama mesela onların saç tıraşına atıf yapıyorlar. “Zaten fenotipten belli” işte ten rengine bağlıyorlar falan. Bunlar aslında hiç bilimsel olarak altı doldurulabilecek argümanlar değil. İşte, antropolojik kriminoloji yaklaşımı perspektifinden suçun incelenmesi ile bir sosyal inşa olarak suçun incelenmesi arasındaki fark bu yüzden önemli.
“Çünkü Lombroso’nun öncülüğünü yaptığı İtalyan ekolününün kriminolojideki en büyük savunusu buydu. Bir suçu daha ortaya çıkmadan önce insanların kafatasını ölçerek, parmak aralarının boşluğunu ölçerek, kulak yapısını ölçerek, gözlerindeki bakışı ölçerek, vücutlarındaki dövmeleri kanıt göstererek suçluları önceden tespit edebileceğimizi iddia ediyorlardı… Azınlık raporu (Minority Report) filmindeki gibi bir öngörme çabasıydı.”


Ama bu sonrasında yerle bir ediliyor bu tez. Çünkü oradaki ölçümlerin hiçbiri tutarlı değil. Mesela Cesar Lombroso’nun kadınların daha çok suç eğilimine sahip olduğunu söylediğini görüyoruz. Ama suç oranları tam tersini söylüyor. Demek ki burada sosyokültürel bir durum söz konusu. Mesela Cesar Lombroso bunu biyolojik cinsiyetle açıklıyor. Yani aslında bu kadar biyolojik, determinist bir yaklaşım…
Kesinlikle ben şuna katılmıyorum bu arada: Cinsiyet gibi biyolojik ya da genetik faktörler kesinlikle geçersizdir demiyorum. Genlerle hastalıklar da aktarılabiliyor sonuçta. Belki suça yatkınlık da bir nebze olsun böyle aktarılıyor olabilir ama determinist, belirlenimci bir şekilde suç genlerle aktarılır diyemeyiz. Yani bu yanlış olur. Ki zaten anti-tezlerle de çürütülüyor Lombroso’nun bu sosyal darvinizm ve öjeniye varan çalışmaları.
Dolayısıyla suçun daha çok bir sosyal inşa olduğuna yönelik araştırma yapmak… Günümüz kriminologların, sosyologların, sapkınlık sosyolojisi çalışanlarının daha çok eğilimli olduğu bir şey. Çünkü yetersiz bir tez haline geldi zaten Lombrosso’nunki.
Özellikle Holokost sonrası 60’larda, sosyal bilimlerde gerçekleşen o dönüşümle… Bu tarz determinist, biyolojik, pozitivist yaklaşımlardan zaten uzaklaşılmıştı. O yüzden kriminologların suçu sosyal bir inşa olarak ele alması bence yanıltıcı değil.

Özgür / Metal Oda: Yani sosyal inşa tezi de tam anlamıyla bizim bu suç ve sapkınlık dediğimiz şeyi tam olarak karşılamıyor. Yani bir tarafı da var, diğer tarafı da var gibi anladım ben şu ana kadar söylemlerini.
Mesele biraz karmaşık elbette, mesela kaos teorisi gibi falan daha böyle güncel yaklaşımlar da var, postmodern yaklaşımlar da var. Suça dair bütünleşik kuramlar var. Mesela kaos teorisyeni Milovanovic, suçun ortaya çıkmasında bir sürü faktörün etkili olduğunu iddia ediyor ve kelebek etkisi gibi analojiler üzerinden suçu açıklamaya çalışıyor. Yani ne sadece ekonomik, ne sadece biyolojik, ne sadece gender/cinsiyet temelli. Aksi halde bu tarz açıklamalar çok sığ oluyor, çok belirlenimci, determinist kalıyor.

“Suç o kadar basit de bir şey değil. Yani şu an belki bizi suç işlemekten alıkoyan bir sürü faktör var. O faktörlerden bir tanesinin değişmesiyle belki biz suça yatkın hale geleceğiz, belki suç işleyeceğiz.”

Ya da belki bir kaza geçireceğiz -hakim olmadığım bir alan olduğunun altını çizeyim amam- işte seri katillerde frontal lobun çalışmadığına yönelik bulgular var. Dolayısıyla bu doğuştan da geliyor olabilir, sonradan da bir kazayla vesaire gerçekleşiyor olabilir. Yani sadece biyolojiktir, sadece genetiktir, sadece sosyolojiktir, ekonomiktir demek bence tehlikeli bu anlamda.
Bence o yüzden biraz hassas yaklaşmak gerekiyor yumuşak karınlı bir konu. Ben de o yüzden çok dikkatli seçmeye çalışıyorum kelimelerimi.

Metal Müzik ve Antagonist Tutum

“Protagonistin, yani hikayenin ana karakterinin, -ki bu edebiyatta olsun, sinemada olsun görülür- karşısında duran, onun yoluna taş koyan karakterdir antagonist.” Şeyma

Özgür / Metal Oda: Antropolojik kriminolojiden de bahsediyorsun, sosyal inşa sürecinden de bahsediyorsun.
Bu şekilde süze süze geliyor ve sapkınlık, toplumsal ve dini olarak inşa edildiğini söylüyorsun. Burada da mevzu dini tarafıyla beraber satanizme doğru geliyor. Metal müziğin içerisinde de var. Metal müziğin içerisindeki satanizm görünümleri, biz bunu nasıl okumalıyız?
Şimdi bir kere metal müzik, Batı temelli bir müzik. Birmingham, Birleşik Krallıkta, Amerikada, rock kültürü, blues, jazz, rock’n’roll’dan esinlenmiş bir tür. Dolayısıyla sonuçta bir karşıtlık oluşturacaksa, Batı’nın değer ve normlarından yola çıkarak bir karşıtlık oluşturması, antagonistleşmesi gerekir. Yani Türkiye’de çıkmış bir müzik olsaydı eğer, İslam belki de hedef alınacaktı ki daha sonra bunun örneklerini de gördük işte, Sarinvomit vs.

(Behemoth)

Batı’da Hristiyan inancının hegemonyasının görüldüğünü düşünürsek, Pagan geçmişinden ötürü satanizminin benimsenmesinin anlamlı olduğunu görüyoruz. Karşıt kültür oluşturmak, antagonist bir tutum oluşturmak için. Burada bence antagonizmi de açıklamak gerekiyor. Oxford Learner’s Dictionary’de; Protagonistin, yani hikayenin ana karakterinin, -ki bu edebiyatta olsun, sinemada olsun görülür- karşısında duran, onun yoluna taş koyan karakterdir antagonist. Örneğin Batman bir protagonistse, Joker bir antagonisttir.
Dolayısıyla burada da metal müzik antagoniste dönüşebilmek için protagoniste ihtiyaç duyar, Batı’da hikayenin ana karakteri olan Hristiyan kültürü, Hristiyan normları, -günümüzde her ne kadar Batı toplumu seküler bir karaktere bürünmüş olsa da- Hristiyanlığın yüzyıllardır aktarılan doktirinin karşısına durması beklendiktir. Biraz da şok ögesi yaratmak, dışarıdan insanları belki de biraz uzak tutmak ve scene’i bir nevi korumak ve yüceltmek üzere- ki Kahn-Harris’in çalışması bu konuda iyi bir kaynaktır- satanizm bir kimlik olarak benimsenmiş olabilir.
Bence satanizmi en temelde, okültizmden ziyade buradan okumak mantıklı olabilir. En azından death metal gibi daha gündelik yaşama öykünen alt türler için bunu söylemek daha mümkün. Black metal de çünkü biraz daha okült, dünya ötesi, afterlife, ölüm ve sonrası konseptlerinin olduğunu görüyoruz. O yüzden ilk aşamada belki satanizmi daha seküler bir yerden, işte Antony LaVey’in şeytan kilisesinin işaret ettiği de üzere, daha böyle ateistik bir yerden yorumlayabiliriz. Ama tabii ki bu böyledir, şu şöyledir, işte bu tür tamamen bunu içerir, bu tür tamamen şu kodu içerir demek de yanlış.

Özgür / Metal Oda: Çok güzel bir örnek verdin. Batman’in hikayesini izledik hep. Batman böyle hep iyi olan taraf, suçlularla mücadele ediyor, Gotham şehrini kurtarmaya çalışıyor… Joker de sürekli orayı terörize etmeye çalışan bir adam. Daha sonra Joker’in filmi çıktı ve insanlar Joker’in hikayesini izlediler. İşte kötü bir aile yaşantısı var, sokakta şiddetle karşı karşıya, hayalleri yıkılıyor falan. İstediğini hiçbir zaman elde edememiş bir adam profil çiziyor ve birdenbire sempatik bir adama dönüştü Joker.

Batman’in hiçbir çıkarı yok. Ona rağmen kendi yaşadığı ve bağdaştırdığı bir olay neticesinde böyle bir fedakarlık gösteriyor aslında, ne fedakar adam yani, örnek vatandaş. Ve evet, o noktada işte Joker’ı da anlamaya başlıyoruz. Empati kuruyoruz çünkü artık Joker’ı tanıyoruz. Hikayeyi onun gözünden dinliyoruz.

Aslında Antropoloji geleneğindeki etik- emik muhabbeti gibi. Metal müzikte de scene’in içerisinden bir gözle kodlar incelendiğinde zaten bir problem yok. Ne zaman dışarıdan bir göz dahil oluyor işte o zaman ahlaki panik ve korku hakim oluyor. Mesela moshing. içeriden yani emik bir bakış açısıyla bizim için bir deşarj hali, kardeşlik, dayanışma gibi anlamlarla geliyorken dışarıdan yani etik bir gözle “aman allahım bu insanlar ne yapıyor, birbirlerine zarar veriyorlar, kesin uyuşturucu kullanıyorlar bu normal bir davranış değil” şeklinde yorumlanıyor. İşte bu noktada araştırmacıya büyük görev düşüyor. bakışaçıları arasında dengeyi kurmak önemli.

“Metal müzikte kadın ağzıyla yazılmış müzik yok denecek kadar az.”
Özgür / Metal Oda: Mizojininin önüne geçilememesinin en büyük nedenlerinden biri scene içindeki kadın temsillerinin az, çeşitsiz ya da pasif olmasından kaynaklanmaktadır, diye yazmışsın. Kadınlara “sen müzik yapma” diyen mi var?
Kadın ağzıyla yazılmış türküler vardır ya hani, öyle bir tabir vardır. Metal müzikte kadın ağzıyla yazılmış müzik yok denecek kadar az. Erkeklerin yoğunlukta olduğu düşünüldüğünde normal, bir konsere gittiğinde bile bunu görebilirsin yani gözlerinle. Hatta önceden çok daha da izoleydi. Metal scene, Erkeklerin izole olup kendi dertlerini anlattıkları, kendi problemlerini anlattıkları, yeniden ürettikleri, yeniden tartıştıkları bir ortam sağlıyordu, çok doğal yani mizojinin var olması.
Sonuçta kadınlar da bir araya geldiklerinde erkeklerin ne kadar acımasız olduğundan, ne kadar kalpsiz olduğundan bahsederler yani. Bu temel farktan doğan bakış açıları şeklinde yorumlanabilir. Ama mizojinin böyle kadını öldürdüm, işte ona tecavüz ettim, ölü bedenine tecavüz ettim seviyesine gelmesinin en büyük nedeni, bence burada yine o şok unsuru, yine o antagonizm eğilimi.
Çünkü kadın bedeni nasıl görülür? Hani zayıf, savunmasız… tıpkı bebekler ve hayvanlarda olduğu gibi, ki ben tezimde de bunu da söyledim. Neden kadın bedeni, hayvan bedeni, bebek bedeni hedef alınıyor? Çünkü rahatsız edici.

“Rahatsız edicicilik olması da metal müzikte bir kimlik haline gelmiş. Dolayısıyla morbid curiosity’i tetiklemek, rahatsız etmek üzere bilerek yapılan bir şey de olabilir mizojini.”
Gerçekten hani inseller (incel) diyoruz ya günümüzde, -ki ben tezim yazdığımda o dönem çok popüler değildi bu kavram, daha sonra popüler oldu- bu insellik ne kadar eskiye dayansa da sosyal medyada, forumlarda, 4Chan’de falan … Günümüzde biraz daha böyle hani su yüzüne çıktı. İnsel kültürünün metal müzik içerisinde de aslında uzun zamandır var olduğunu görüyoruz bir anlamda. Özellikle genç erkeklerde.
Kadın bulamamak, kadınlarla muhabbet edememek, onlarla kaynaşamamak, izolasyon nefrete sebep olabiliyor bir anlamda da. Scene içinde ise bu anlamda gerçekten samimi hislerle de mizojini sergilenebilir. Ya da yalnızca şok unsuru olarak… Çünkü norm nedir? Kadını koruyalım, bebeği koruyalım, hayvanı koruyalım. “Ben de korumuyorum kardeşim. Aksine tecavüz ediyorum, aksine öldürüyorum” gibi bir tutum da olabilir.


Ama burada bile bir değişim yaşandığını düşünüyorum. Çünkü özellikle mizojini diyince death metal akıllara geliyor ya, artık kadınların da çok fazla dahil olduğunu görüyoruz scene’e gerek dinleyici gerek üretici veya icracı olarak scene içerisinde daha fazla aktif olduklarını görüyoruz. Çünkü artık ekonomi insanları zorluyor, nasıl evde tek kişinin çalışmasıyla yetinilmiyorsa, kadınlar iş hayatında aktif olmak zorunda kaldıysa aynı oranda kadınlar daha fazla sosyal alanda, kültürel alanda da aktif olmaya başlıyor. Metal scene’e de bu yansıyor.
Ben bu şekilde okunması gerektiğini düşünüyorum. Kadınlar yapmasın diyen mi var şeklinde bir yaklaşımdansa… Bu, zamanla gerçekleşecek toplumsal bir dönüşüm bence.

“Kadınları obje olarak gören predator bir kültür…Kadın hep öteki”
Özgür / Metal Oda: Dinleyiciler arasında kadınların bu kadar az olması, niye yani metal müziğin estetik kodları kadınlara hitap etmiyor mu mesela?
Sosyolog Deena Weinstein var, tezimde de çok bahsettim bu kadından. Metal müzik üzerine çok güzel araştırmaları var. Şöyle söylüyor; Woodstock ruhu vardı diyor. Özellikle çiçek çocukları, 60’ların hippie akımı. Metal müzik buradan bazı şeyleri devşirdi diyor. Mesela uzun saç gibi, distortion gibi… “Ama bir farklılıkla” diyor. Mesela bu çiçek çocukları ele aldığımızda daha böyle kızlı erkekli ortamların olduğunu, modada yumuşak, açık renkli kumaşların tercih edildiğini bir yerden sonra 60’larla birlikte daha deriye, siyaha, sert ve eril temalara, kızlı erkekli gruplardan sadece erkekli gruplara, bir dönüşüm yaşandığını söylüyor Weinstein. İşte motor klübü kültürünün de etkisi var bu noktada çünkü bunlar zaten hali hazırda eril kodların baskın olduğu atmosferler. Zira grupie kültürü falan düşünüldüğünde de motor kulüplerinde benzer bir şey vardır. Orada da hegemonya erkektedir. Kadınlar bir objedir, ganimettir, predator bir kültür… Dolayısıyla Deena Weinstein de diyor ki; bu çiçek çocukların aşk teması, zamanla kötülüğe evrildi. Love’dan evil’a diyor kendisi bizzat. Yani zaten en başından bu kültürde ötekiydi. Temsiliyet dışıydı.

 

Black Sabbath‘la birlikte zaten korku kültürü, korku filmlerine atıflar vs. bunların ön plana çıktığını da görüyoruz.”
Zaten bir ekonomik buhrandan çıkılmış vs. biraz daha karamsar bir bakış açısı, artık bireyselleşme, içsel felsefi dönüşümler, birey kavramının ön plana çıkması, kent kültürüyle beraber bireyin yalnızlaşması feodalite yok, birey ön planda. Doğayla da bütünleşemiyoruz vs. Bir anlam arayışı hakim. Daha içe dönük, daha karamsar, daha melankolik bir hava hakim. Black Sabbath’la birlikte zaten korku kültürü, korku filmlerine atıflar vs. bunların ön plana çıktığını da görüyoruz. Korku kültürüne bakıyorsun yine kadın bedenine, kadın çığlık atar, kovalamaca sahnesinde yerlerde sürüklenir vs. insanlar zaten bunu izliyorlardı o dönemlerde. Ki Black Sabbath ismi de zaten Mario Bava’nın aynı isimdeki film antolojisinden geliyor. Zaten olan bir kültürü aslında devşiriyor metalciler. Dolayısıyla şeytanilik, sertlik, korkunçluğun bir kimlik ve imaj olarak benimsenmesi de zamanlama olarak çok olağan. E bu senaryoda kadın yine öteki.

“Zamanla kadınlar da sahneye dahil olmaya başladıkça, çeşitlilik de arttı. “

Ama günümüzde ne oldu? Zamanla kadınlar da sahneye dahil olmaya başladıkça, çeşitlilik de arttı. Yani oriental metal diye bir şey var mesela. Kadın orada bir hani yine belki objeleştiriliyor diye düşünebiliriz, eleştirebiliriz falan ama işte çıkıyor dansçı oynatıyor. Mesela Myrath, bu bile bir kadın temsili. Babymetal var mesela. Küçük, underage görünen, sanatçılar sahnede, dans ediyorlar. Butcher Babies var. Angela, Alisa, bir sürü kadın sanatçı ortaya çıktı bu süreç içerisinde, 2000’lerden bu yana. İster istemez hem çeşitlilik arttı kadın temsilleri arttı, dinleyiciler arttı, bu anlamda kadın bakış açısıyla üretim de artık daha fazla rağbet görüyor.

(Alissa White-Gluz)

Bir erkek olarak erkek bedeninin parçalandığı, erkeklerin ruhsuzlaştığı bir sürü film izledim. Er Ryan’ı Kurtarmak’tan, Full Metal Jacket’a kadar. Ama bu beni hiç rahatsız etmedi. Erkek bedenin üzerinde bir şeyler olması, kafasının parçalanması falan o filmin içerisinde. Kendi hemcinsimin şiddete maruz kalması… Savaş ortamı yani bu iş böyle. Biz bunun için varız. Niye kadınları rahatsız ediyor bu?
Ya bence bu kadının neyi temsil ettiğiyle alakalı bence. Mesela kadın bedeni doğurganlık, gelecek nesiller, korunması gereken bir şey, bir değer, hatta bir mal, bir meta çoğu zaman. Böyle düşündüğünde aslında erkeğin himayesi altında olması gereken bir nesne. Tırnak içerisinde erkeğin malına, ganimetine, namusuna karşı bir tehdit var orada Kadın bedenine saldırmak, kadın bedeni üzerinden bu tarz kodları sunmak elbette ki rahatsız edici. Bir de sen kendin de dedin zaten. “Erkeğiz yani biz, savaşmak falan bunlar çok normal şeyler”. Ama kadın olunca işin içinde “bir dakika bu kadın savaşta değil, o zaman bu kadın burada mağdur konumunda” Erkek tırnak içinde savaşçı zaten, öl ya da öldür. Savaşın doğası bu gibi görülüyor. Ama kadın olunca işin içine ya da çocuk olunca hayvan olunca daha tetikleyici oluyor. Rahatsız edici oluyor. Çünkü kadın savaşta değil, o zaman kadın niye öldürülüyor? İlkel beynimiz bunu sorguluyor: “Kadın benim malım. Neden benim malıma bir tehdit var? Burada bir yanlışlık var” tıpkı damızlık hayvanlar gibi.

 

“Müzik tek başına yoldan çıkarıcı bir güç olamaz.”

Özgür / Metal Oda: Kadın bedeninin temsil ettikleriyle erkek bedeni temsil ettikleri farklı şeyler o zaman?
Evet yani bu çok yüzyıllardır gelen kültürel bir bakış Evrimsel de bazı kodlar var elbette. Doğumla ilgili olarak kadının gelecek nesilleri temsil etmesi… Zaten bu yüzden söyledim. Kadının rahatsız edici ya da güçsüz olarak algılanması da o yüzden bence. Hep derler ya: “senin kas kütlenle benim kas kütlem aynı değil ben daha güçlüyüm” falan. O zaman rahatsız edici olan şey burada senden daha güçsüz bir şeye karşı yapılan saldırı. Böyle düşündüğünde anlamlı hale geliyor. Metal müzik de mümkün olduğunca grotesk, mümkün olduğunca böyle şiddet içerikli antagonist eylemleri kimlik olarak benimsendiğinden ötürü… Özellikle de underground’da işte porngrind gibi türlerde bunu görüyoruz.
Burada da yine belirlemeci ya da genelleyici yaklaşmamak gerekiyor bence. Ama genel olarak kadın beden bütünlüğünün bozulmasıyla erkek beden bütünlüğünün bozulması arasında bence böyle bir fark var diye düşünüyorum.
Sonuca bağlarken bir örnek olarak da depresif suicidal black metal verebilirim mesela.

“Beni en çok “acaba” ya sürükleyen şey depresif suicidal black metal oldu. Şimdi ben bunu dinledim, orada üzüldüm, modum düştü, bir şeyi hatırladım. Ama bu beni intihara sürükler mi? Ya da depresif suicidal black metal dinlesem bu şekilde sürekli, intihara sürükler mi acaba? Belki tatlı bir melankoli duygusu yaratacaktır sadece.”

Çalışmanın sonucunda şuna varıyoruz aslında: Müzik tek başına yoldan çıkarıcı bir güç olamaz.
İşte şöyle argümanlar vardı “frekanslar bizi çıldırtıyor.” Böyle bir şey de kanıtlanmış değil. FMRI çalışmaları vesaire yapılıyor, o araştırmacılar daha iyi bilecektir tabii bunu ama.Genel olarak bulgularımda “müzik bizi çıldırtır, frekanslar bizi çıldırtır” diye bir sonuca ulaşamadım. Ama şimdi söz konusu suicidal black metal olunca, “ulan acaba bu kadar depresif müziklere her gün maruz kalmak insanı çıldırtır mı bir yerden sonra?” diye uzunca düşündüm.


Hani bu kadar depresif görsel imajlar, soundlar, çığlıklar, lirikal temalar, ölüme olan o övgüler, ölmek istiyorumlar… Acaba dedim hani yoldan çıkartabilir mi? Gerçekten intihara meyilli olmayan birini intihara sürükleyebilir mi depresif suicidal black metal? Bu konuda mesela biraz çekincede kaldım. Belki okurken de anlaşılıyor olabilir bu çekincem. Ama şu da bir gerçek; belki de zaten hali hazırda intihara meyilli insanlar bu müziği kendi dertlerini temsil ettiğini düşündükleri için benimsiyorlar.
Yani bir müzik sıfırdan bir insanı intihara meyilli yapmıyordur bence. Böyle bir gücü yoktur. Ama belki zaten içinde bir eğilim varsa senin derdini anlatan bir müziği dinlemek isteyebilirsin ya da belki de gerçekten de sürekli olarak depresif mesajlara maruz kalmak bir yerden sonra “ulan acaba bu dünya yaşamaya değmez mi?” dedirtiyordur. Çünkü bunu kendimde de gözlemliyorum. Kulaklığımı takıyorum, müzik dinliyorum mesela. Yolda giderken gayet mutlu bir müzik. Ardından birden böyle bir Katatonia falan çıkıyor. Ula be! Ah be! falan oluyorsun…
Şimdi ben bunu dinledim, orada üzüldüm, modum düştü, bir şeyi hatırladım. Ama bu beni intihara sürükler mi? Ya da depresif suicidal black metal dinlesem bu şekilde sürekli, intihara sürükler mi acaba? Belki tatlı bir melankoli duygusu yaratacaktır sadece.
Burada da ben Carl Jung‘un gölge arketipinden yararlandım açıklamak üzere. Carl Jung şunu söyler; insanlar bazı düşüncelerini, fikirlerini görmezden gelmek isterler, gölge der buna, shadow der. “Ben bu yönümü kabul etmiyorum, benim öyle bir yanım yok der. Yanlış olduğunu düşündüğü bir şeyi bilinçdışına gönderir.
Freud da bunu zaten id, ego, süper ego olarak açıklar ya hani. Orada aslında id bizim ilkel güdülerimizi temsil eder: yemek yemek, cinsellik, savaşmak, şiddet, kan gibi Bir de süper ego var, tam tersine toplumun normlarıyla konuşur bilinçaltını baskılar, id’i dizginler. Süper ego bireye sürekli toplumun ağzından konuşur: “hayır sana yakışmaz bu” der. Bir de ego var bu ikisi arasında dengeyi bulmaya çalışıyor.
Carl Jung’unki de buna benziyor gibi. Bizim bu görmediğimiz, arka plana attığımız şeyler, shadow yani gölge, eğer onu umursamazsak, onu böyle görmezden gelmeye devam edersek, bir gün daha şiddetli bir şekilde karşımıza çıkacaktır. Dolayısıyla Carl Jung şunu önerir; gölgenle barışık olmalısın.

“Suicidal Black Metal’i anlamak, gölge benliğimizi anlamak, onunla barışmak biraz.”
Yani gölgeni bilmelisin, gölgeni kontrol etmeyi bu şekilde sağlayabilirsin. İşte belki bu noktada gölge kavramı biraz yardımcı olabilir, Suicidal Black Metal’i anlamak için. Neden? Biz aslında Suicidal Black Metal’i dinlerken intihar düşüncesini kafamızda döndürürken şunu görüyoruz. Evet intihar hayatın bir gerçeği, ben şu an istersem gidip intihar edebilirim. Bunu şu an da yapabilirim, sonra da yapabilirim. Bunun farkındayım ve yapmamayı tercih ediyorum. Ya da bu müziği dinlemek belki bu anlamda iyileştirici bile oluyor olabilir. Hatta depresif ve intihara meyilli bir insanı belki de hayatta tutuyor bile olabilir. Çünkü gölgenle barışıyorsun, gölgeni tanıyorsun, karanlık yanını görüyorsun ve kontrol ediyorsun.
DSBM örneğinden hareketle de tezin genelin bir özet çıkarmak gerekirse de metal müziğin tek başına yoldan çıkarıcı olup olmadığını söylemek mükün değildir diyebiliriz. Bu sadece müzikte değil herhangi medya tüketim sürecinde de böyledir. Video oyunlarında, filmlerde. Ya da makro bir bakışla bir bilgiyi deneyimlemek çok kişisel bir şeydir zaten. Öyle ki aynı şeyi, aynı birey, zamana ve mekana göre de farklı deneyimler. O zaman soruyorum yani, sabah dinlediğim Cannibal Corpse ile akşamki aynı olabilir mi?

(Şeyma Sever)

Özgür / Metal Oda: Eklemek istediğin başka bir şey var mı?
Beni ağırladığınız için Özgür’e ve Metal Oda ekibine çok teşekkür ederim çok keyifli ve derinlikli bir sohbet oldu, sorular çok kaliteliydi.

Metal Oda olarak biz teşekkür ederiz. Metal müzikle ilgili bu kadar kaliteli sohbet etme şansı verdiğin için.

 

©2025@metaloda
“Her hakkı saklıdır. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz. Başka yerde yayınlanamaz.”

0 replies

Leave a Reply

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *