Kanadalı progresif rock grubu Rush, 1968 yılında Toronto’da kuruldu. Geddy Lee (bas gitar, klavye, vokal), Alex Lifeson (gitar) ve Neil Peart (davul ve söz yazarı) şeklindeki power trio yapısını oturtana kadar lineupta pek çok değişiklik yapan Rush, kendilerinden sonra gelen özellikle Dream Theater, Foo Fighters, Alice in Chains, Living Colour, Anthrax, Metallica ve Iron Maiden gibi rock ve metalin dev gruplarına müzikalite ve virtüozite anlamında ilham olan en önemli gruplardan biridir.

Grup, ilk yıllarında Black Sabbath, Led Zeppelin, The Who gibi grupların etkisindeki blues temelli hard rock sounduyla öne çıkarken, 1970’lerin ortasından itibaren de zamanın progresif rock rüzgarıyla Pink Floyd, Genesis, Yes ve Jethro Tull gibi gruplardan çok etkilenir. Şimdi Rush’ın birbirinden ilginç ve çok yönlü üç üyesine ve grubun yaptığı müzik türüne yakından bakalım.

Vokalde falsetto tekniğine sıklıkla yer veren Geddy Lee, bas gitar tekniği ve becerisiyle Iron Maiden’dan Steve Harris, Metallica’dan Cliff Burton, Dream Theater’dan John Myung gibi çok önemli müzisyenlere ilham olmuştur. Geddy Lee koleksiyonlarıyla da ünlü: 250’den fazla vintage bas gitar, 5000 şişeyi aşkın çok özel şarap, plaklar, ilk basım kitaplar ve beyzbol memorabiliasından oluşan dev koleksiyonlara sahip. Senede bir defa mutlaka Fransa’da şarap ve peynir tadımına gitmeyi ihmal etmeyen Geddy, televizyon dizilerinde ufak rollerde de yer almış.

(Geddy Lee – Rush)

Rolling Stone en iyi 100 gitarist listesinde kendine sağlam bir yer edinmiş olan Alex Lifeson’ın ise ressam, lisanslı pilot, aktör ve restoran sahibi kimliklerine sahip. Gitar tekniğinde Jimi Hendrix, Jeff Beck, Eric Clapton, Jimmy Page gibi etkiler olan Lifeson, Mr.Big grubundan Paul Gilbert, Dream Theater’dan John Petrucci ve Porcupine Tree’den Steven Wilson’ın övgü ve hayranlıkla bahsettikleri bir isim. Metallica’dan James Hetfield ise Alex Lifeson için tüm zamanların en iyi ritm gitaristidir demiş.  Papa Het demişse boş konuşmamıştır diye not düşelim.

(Alex Lifeson – Rush)

Grubun 2020 yılında hayata veda eden üyesi Neil Peart de çok yönlülükte arkadaşlarından aşağı kalmamış. “Profesör” lakaplı virtüöz davulcu Peart yazar kimliği ile de öne çıkıyor. Rush için yazdığı şarkı sözleri haricinde bilim-kurgu, fantazya, mitoloji ve felsefe gibi konuları işleyen yedi kitaba imza atmış. Seyahatlerinde tuttuğu notlarından yazdığı günlükleri (memoir) de cabası.

(Neil Peart – Rush)

Phil Collins, John Bonham, Steve Gadd gibi müzisyenlerin davul tekniğinden çok etkilenen Peart’a şarkı yazma ve davul çalma konusunda ilham veren ilk grup The Who olmuş. 1990’larda tekniğini baştan yaratıp ufuk açacak bir karar vererek Journey grubundan Steve Smith’in hocası, jazz davulcusu Freddie Gruber ile çalışmaya başlamış ve Rush müziğine jazz ve swing dokunuşlarını eklemiş. Kariyeri boyunca sadece rock alanında kısıtlı kalmadan, Billy Cobham ve Buddy Rich gibi jazz ve füzyon davulcularından da çok etkilenmiş. Müziğe üçgen, timpani, gong, çan, glockenspiel gibi perküsyon aletlerinin kullanımını da yedirmeyi başarmış.

1997 yılında 19 yaşındaki kızı Selena’yı trafik kazasına, 1998 yılında da eşi Jacqueline’i kanser hastalığına kurban veren Peart’in hayatı kaymış. Karısının üzüntüden öldüğüne inanmış. Yas süreciyle başa çıkabilmek için motoruyla ABD’de 88.000 km yapan Peart, bu yolculuğunu “Ghost Rider: Travels On The Healing Road” kitabında anlatmış.

1968’den 2018’e tam 50 yıl boyunca birlikte müzik yapan Rush, müziğinde hem karmaşık hem de dinamik ritm ve zaman kullanımı ve eklektik yapılarla öne çıkmış. Yukarıda bahsettiğimiz gibi ilk yıllarında yaptıkları blues bazlı hard rock, zaman içerisinde progresif rocka evrilmiş. İlk albümleri Rush‘ı (1974) takip eden 1977-1981 yıllarındaki progresif yapıları, A Farewell To Kings ve Hemispheres gibi albümlerde görüleceği üzere zirve yapmış.

(Rush-1974)

1980’lerde zamanın trendi olan yoğun synth kullanımına yer veren Rush, neredeyse bütünüyle bir Dream Theater albümü olabilecek Permanent Waves’de (1980) reggae ve new wave öğelerini kullanmış. Çok bilinen ve sevilen parçaları Tom Sawyer, YYZ ve Limelight’ın yer aldığı Moving Pictures albümü ise 1981 yılında yayınlanmış. Tam benim kafadaki 1982 Signals albümünde de bence zamanın ağır topları Dave Grusin, Basia, Manhattan Transfer ve Al Jarreau etkileri çokça.

(Signals-1982)

1984 yılında konusunu yazar Ernest Hemingway’in eserlerinden alan Grace Under Pressure albümü yayınlanmış. Müziklerindeki deneyselliği ile yoğun ve artan synthwork kullanımını desteklemeyen yapımcıları Terry Brown ile yolları ayırmalarının sancılarıyla ortaya çıkan albümden sonra Rush, 1980’lerin sonlarında tekrar gitar odaklı bir sounda dönerek synth kullanımını azaltmış. Bu yıllardan öne çıkan parçalar arasında Show Don’t Tell ve Ghost of A Chance sayılabilir. 1987 Hold Your Fire albümü ise tam da o yılların moda rock sounduna sahip bir albüm olarak öne çıkıyor kanımca. 80’lerin sonunda bence çok ticari bir sound tarafına kayan Rush’ın müziği, 90’ların sonuna gelindiğinde ise ilk dönem müzikleri ve prog rock ibresinin gösterdiği yönden saparak neredeyse tanınmaz hale gelmiş.

1997’den itibaren Peart’in yaşadığı felaketler gruba yansıyınca beş sene sürecek bir sessizliğe bürünmüş Rush. Peart’in ölümünden sonra ise, Lee ve Lifeson 2021’de biraraya gelerek yeni projeler üzerinde çalışmışlar. İkili, 2022 yılında Taylor Hawkins Tribute konserinde Dave Grohl (Foo Fighters) ve Omar Hakim ile sahne almış. İstanbul Caz Festivali’nden farklı gruplarla defalarca yolu geçen ve Weather Report, Miles Davis, George Benson, Bryan Ferry gibi sanatçılarla seyretme fırsatı bulduğum efsane davulcu Omar Hakim’in de bu yazıda karşıma çıkması hoş oldu. YYZ’nin de 2022 yılında kaybettiğimiz Taylor Hawkins’in en sevdiği Rush parçası olduğunu da buraya not düşelim yeri gelmişken.

Dream Theater’dan John Petrucci’nin “Her şeyi değiştiren grup” olarak adlandırdığı Rush’ın eserleri bugüne kadar Steven Wilson, Skid Row, Alice in Chains, Yngwie Malmsteen, Michael Schenker gibi sanatçılar tarafından başarılı şekilde coverlanmış. Vokalinden gitarına ve synth kullanımına neredeyse Rush kopyası Dream Theater’ın da pek çok Rush parçasını coverlamasına şaşırmıyoruz tabii ki.

(Clockwork Angels-2012)

2012 Clockwork Angels konsept albümüyle kariyerlerinin gösterişli veda işine imza atan power trio Lee, Lifeson ve Peart, bu albümde genç bir adamın steampunk ve simya ile dolu distopik bir evrende düzen ve kaosun içindeki yolculuğunu anlatır. Albümün çıkış noktalarından biri de Fransız yazar ve filozof Voltaire’in şaheseri Candide (ya da İyimserlik) novellası olmuştur. Albüm kapağında rakamların yerinde simya sembollerinin yer aldığı bir saat görüyoruz: 12 sembol, albümdeki 12 şarkıya gönderme yapıyor. Zamanın akıp geçmesi, simya, tarot ve doğaüstü varlıklar olan meleklere vurgu yapan albüm, Rush grubunun da on dokuzuncu ve son stüdyo albümü olmuş; 2013 yılında Juno Awards’da Yılın Rock Albümü ödülüne layık görülmüş.

Yarım yüzyıl boyunca birlikte müzik yapan, başarıdan başarıya koşan, bugünün en önemli rock ve metal sanatçılarının hala hayranlıkla baktığı, Kanadalı Rush grubunu mercek altına almak istedim bu yazıda. Grubun değişik albümlerinden seçtiğim parçaları da sayfanın altında Metal Oda Selections bölümünde bulabilir, yazıyı okurken keyifle dinleyebilirsiniz.

Her zaman olduğu gibi müzikle kalın diyerek sözlerimi bitiriyorum.

©2023@metaloda
“Her hakkı saklıdır. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz. Başka yerde yayınlanamaz.”