Kan, ter, metal, Gojira / Özgür Polat
Afrika’dan sıcaklar gelirken, Fransız metal grubumuz GOJIRA da Atina üzerinden 21 Temmuz itibariyle İstanbul’a ulaştı. Kasım ayında aldığım bilete aylar geçtikçe tekrar tekrar bakıyor, bugünü iple çekiyordum. Mario’nun Zuhal’deki imza gününe göre uçak biletimi almış olmayı çok isterdim; fakat program son anda açıklandığı için onu kaçırdım.
(Metal davulun büyücüsü Mario Duplantier’nin İstanbul’daki imza gününe ilgi büyüktü.)
Konser günü İzmir’den yola çıktım. Havalimanına vardığımda Gojira tişörtlü insanları görmek, yalnız olmadığımı hissettirmeye yetti. Nereye gideceklerini, ne yaptıklarını çok iyi bildiğim bu insanlarla özellikle sohbet etme ihtiyacı duymadım. Ancak Sabiha Gökçen Havalimanı’na geldiğimde, hem uzun süredir İstanbul’a gelmemiş olmanın tedirginliği hem de yalnız yola çıkmış olmanın verdiği duygusallıkla, Gojira tişörtü giymiş yalnız bir üniversite öğrencisini görür görmez sohbete başladım. Sanki uzun zamandır tanıyormuşum gibi davrandım, o da aynı samimiyetle karşılık verdi. Tıp fakültesi öğrencisi olan bu dostumla Taksim’e kadar birlikte seyahat ettik. Müzik, sosyal yaşam gibi pek çok konudan konuşurken zaman hızla geçmişti, Taksim’e varmıştık.
Taksim’de arkadaşlarıyla buluşacağını söyleyen bu arkadaşımla meydanda yollarımız ayrıldı. Aslında onlara katılabileceğimi söyledi ama hava sıcaktı, yeme içme işleri de işin içine girince “ben buradan devam edeyim,” dedim. Küçükçiftlik Park’a nasıl gideceğimi önce etraftaki esnaf ve çalışanlara sordum; fakat saat 16.00’yı bulmuştu ve sıcak artık iyice kendini hissettiriyordu.
Durakta bir süre otobüs bekledim. Sırtımdaki çantanın da etkisiyle epey terlemiş ve yorulmuştum. Gecenin nasıl geçeceğini düşünmeye başlamıştım. Sonunda bir taksi çevirdim. “Abi beni atıver Küçükçiftlik Park’a” dedim. Taksici, bildik gevezeliğiyle kısa bir yolculuk yaptı ama biraz da serinlemiş şekilde Küçükçiftlik Park’ın önündeki sıraya kendimi attım. Tam yalnız kaldım derken arkamda biri daha belirdi. Hemen sohbete başladık. Muhabbetimiz güzel ilerliyordu. Konser sonrası Kocaeli’deki arkadaşlarımın yanına geçeceğimi ve Esenler Otogarı’na gitmem gerektiğini söyleyince, “Ben de Esenler’de oturuyorum, beraber gideriz,” dedi. Canıma minnetti; çünkü gece yarısı otogara ulaşıp ulaşamayacağımdan emin değildim.
Kapıda beklerken ücretsiz dağıtılan patlamış mısır ve sulardan faydalandık. Saat 18.00’de kapıların açılmasını beklerken bile birçok şey paylaştık. Önümüzdeki, arkamızdaki insanlarla da bolca sohbet ettik. Nihayet kapılar açıldı ve hızlıca içeri girdik. Gerek kapıdaki gerekse diğer görevliler, her konuda son derece kibar davrandı. Sorularımıza yanıt verdiler ve hiçbir gereksiz zorluk çıkarmadan yardımcı oldular. Çantamdaki ilacı gören güvenlik görevlisine gerekli açıklamayı yaptığımda sadece “tamam” demesi, günümü daha da güzelleştiren detaylardan biri oldu. Pek çok organizasyonda açık sigara paketi bile problem edilirken, bu yaklaşım takdire değerdi.
İçeri girip sahne önünde yerimizi aldık. Beton zemin hâlâ çok sıcaktı. Sahnenin bıraktığı küçük gölgeliğe sığınarak hayatta kalmaya çalışıyorduk. Yerden gelen sıcaklık, oturduğumuzda canımızı yakacak düzeydeydi. Ayakta durmak da ilerleyen saatlerdeki performans için istemediğimiz bir şeydi ama başka çare yoktu. Oturmak nefes almayı zorlaştırıyor, sıkışıklıktan ötürü bunaltıyordu. Bu süreçte yanımızdaki insanlarla tanışıyor, espriler havada uçuşuyordu.
(Gojira İstanbul konserinin açılışını Pentagram yaptı.)
Pentagram 19.30 civarında sahneye çıktığında heyecan artmaya başladı. Her şey olması gerektiği gibiydi. Sosyal medya için kameralar açılıyor, şarkılara eşlik ediliyor, zıplamalar başlıyordu. Tüm Pentagram kadrosu sahnedeydi.
Bu arada ben de sabah 08.30’da yaptığım kahvaltıdan beri bir şey yemediğim için bir sandviç ve içecek aldım. Esenlerli arkadaşımla ekmeğimizi bölüştük. Saat 20.30’da Pentagram sahneden inip Gojira hazırlıklara başlayınca atmosfer tamamen değişti. Biraz enerji toplayıp serinledikten sonra Gojira sahneye çıktı ve çıkar çıkmaz çalışan alev makineleri sıcaklığı yeniden yükseltti. Kalabalık ve izdiham iyice artmıştı.
(Gojira konserindeki multimedya şovları göz doldurdu.)
Yaklaşık 90 kiloluk bir İranlının omuz darbeleriyle sıkışma arttı. Moshpit oluşmaya başlamıştı. Ortadaki açıklık, kenardaki alanı daraltıyor, nefes almayı zorlaştırıyordu. Gençler tişörtlerini çıkarmış, ter içinde gladyatör gibi ortada kozlarını paylaşıyorlardı. Ara ara isteyerek, bazen de istemeyerek ortasında kaldığım moshpit deneyimi, fazlasıyla su kaybettiğim vücudumda ağzımı dilime yapıştırdı. Bir bölüm insan tişörtsüzken üzerinde tişörtü olan insanların da terle atılan tuz yüzünden siyah tişörtleri beyaz haritalara dönmüş, diğer insanlardan yükselen nemle beraber ter bezlerimiz senkronize bir şekilde birbirini tetikliyordu. Terledikçe terlemek ve üzerimde o kadar çok DNA örneği vardı ki…
(Mario Duplantier’nin esprili Türkçe pankartlarına bayıldık.)
Düşenler oluyordu; ama etraftaki herkes hemen yardıma koşuyor, düşeni kaldırıyordu. Bir eşya kaybolduğunda ya da yere düştüğünde telefon fenerleri açılıyor, kolektif bir arama başlıyordu. Benim çantamda duran cüzdan da yok gibiydi. Elimi attığımda tüm fermuarların açık olduğunu fark ettim. Cüzdanı bulamayınca panik oldum. “Kesin o arbedede fırladı gitti,” dedim. Yerlere bakınırken 3-4 kişi benimle birlikte cüzdanımı aramaya başladı. Çantama ışık tutmalarını istedim ve iki telefonun ışığıyla çantamın derinliklerinde cüzdanı bulduk. Hep birlikte sevindik, bağırdık. Bu arada telefonunu, bilekliğini kaybeden herkesin eşyaları da bulundu.
Sahne önünde bunlar yaşanırken, sahnede Mario iki MG42 kurmuş gibi yukarıdan bizi tarıyordu. Kicklerin sesi sahnenin altına yerleştirilmiş sublardan göğsümüze patır patır vuruyordu. Joe ise sanki bir cephe komutanı gibi bağırarak bizi taarruza geçiriyordu. Gitar tonu canlıda daha belirgindi. Overdrive ya da distortion efektine benzemiyordu ama bu konuda çok bilgili değilim. Bilen biri mutlaka yazsın. Ara ara alev makineleri devreye giriyor, Mea Culpa şarkısında konfetiler patlıyor, maytaplar eşlik ediyordu. Patlayan konfetilerden parçalar koparanlar alınlarına, boğazlarına bağlayıp eğlenmeye devam ediyorlardı. Aşağıda ise moshpit, kan-ter-gözyaşı içinde adeta bir hayatta kalma mücadelesine dönüşmüştü. Kitlenin tansiyonu şarkı sonlarına doğru düştükçe her başlayan yeni parçada tansiyon yeniden yükseliyordu. L’enfant Sauvage, Stranded, Only Pain gibi parçalar daha girişinden itibaren dinleyiciler tarafından müthiş bir heyecanla karşılanıyordu.
Flying Whales çalınırken gelen Ozzy Osbourne’un ölüm haberi, kalabalıkta kısa bir hayıflanma yarattı. Fakat zaten veda konserini yaptığı için bu, hüzne dönüşmedi. Gojira, konserin son parçalarını Ozzy’den seçmişti. O anlarda herkesin enerjisi tükenmişti. Ayakta zor duruyorduk ama bir de eve dönme telaşımız vardı. Konser çıkışı herkes tükenmişti. Gerek sıra beklerken gerek Pentagram konseri sırasında zaten enerjimizin büyük bir bölümünü kaybetmiştik. Fakat Gojira’nın soundu, şarkıları, sahnesi ve performansı o kadar güçlüydü ki bitmiş halimizle bile bizi tokatlayıp kendimize getirip tekrar harekete geçmemize yetmişti. Son gücümüzle kendimizi dışarı attık. Moshpit sırasında kaybettiğim Esenlerli arkadaşı bulduktan sonra yola koyulduk. O olmasaydı kesinlikle yolumu bulamazdım. İletişimimizi kurduk; daha sonra da görüşeceğiz.
Dostluğun, dayanışmanın, güzel sohbetlerin ve delirmişçesine yaşanan bir müziğin ve sahne şovunun hâkim olduğu, Türk metal müzik dinleyicisinin uzun yıllar konuşacağı bir konserdi bu. Katılan, alana güzellik katan, çalışan herkesin güzelliğiydi bu deneyimi var eden. Umarım bu enerjiyi gören grup, seneye yine Türkiye’ye uğrar.
(Joe Duplantier İstanbul konserinde)
Ekolojik Bir Ayin: Gojira İstanbul’da / Adya Ahu Kaya
Kavurucu yaz sıcağının etkisindeki 22 Temmuz akşamı İstanbul, Fransa’nın Grammy ödüllü devi Gojira ile metalin en bilinçli çığlığına tanıklık etti. Biletleri “sold out” olan gecede Gojira, Küçükçiftlik Park’ta yalnızca sahneye çıkmadı — doğanın yaralarını, insanlığın çöküşünü ve müziğin dönüştürücü gücünü seslere aktardı. Fransız devi, metal müziğin yalnızca sert değil, derinlikli ve anlam yüklü bir biçimde icra edilebileceğini bir kez daha kanıtladılar.
“Only Pain” ile başlayan gece, “Flying Whales” ve “Silvera” gibi parçalarla doğayla kopan bağın müzikal yankısına dönüştü. Joe Duplantier’in haykırışı, Mario’nun ritimleriyle birleşerek sarsıcı bir kolektif farkındalık yarattı. Her nota, sadece bir ses değil; bir uyarı, bir çağrıydı. Mario Duplantier’in davul performansı ise başlı başına bir görsel-işitsel deneyim sundu. Sıcak havaya Gojira’nın ateşi de eklenince ortam adeta yandı tutuştu.
(Mario ve Türk kedileri)
Sahne görselleriyle desteklenen performans, Gojira’nın sadece bir metal grubu değil, bir bilinç hareketi olduğunu bir kez daha gösterdi.
Amazon ormanlarından, eriyen buzullara; yıkımdan umuda akan video projeksiyonları, müziği bir anlatıya dönüştürdü. Bu anlatı yalnızca sert değildi — aynı zamanda içsel, düşünsel ve ruhsaldı. “The Gift of Guilt” ile kapanan gece, izleyicinin kalbinde yankılanan sorularla sona erdi.
Geceyi unutulmaz kılan detaylardan en önemlisi ise konserin ilk yarısında müzik dünyasına bomba gibi düşen bir haberdi; Black Sabbath efsanesi karanlıkların prensi Ozzy Osbourne hayata veda etti… Henüz iki hafta önce veda konseri “Back to Beginning”de Ozzy ile sahne alan grup üyeleri, performansları esnasında aldıkları bu haberle yaşadıkları şok etkisini onu andıkları kelimelere ve şarkılara yansıtarak son görevlerini yerine getirdi.
Geçtiğimiz yaz Paris Olimpiyat Oyunları açılışındaki efsane performansıyla geniş kitlelere ulaşan Gojira, İstanbul’a metalin yalnızca ses değil; sorumluluk, direnç ve ruh olduğunu da hatırlattı. Grup; doğanın çığlığını, insanın yarasını ve müziğin dönüştürücü gücünü yankıladı.
Bu konser, metalin ne olabileceğini hatırlatan; karanlığı sanatla, öfkeyi bilinçle harmanlayan eşsiz bir deneyim olarak hafızalara kazındı.
©2025@metaloda
“Her hakkı saklıdır. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz. Başka yerde yayınlanamaz.”